Buruk yakarış...

 Kulların olarak yalvarıp yakarmaya yüzümüz yok… Senden başka gidecek kapımız olmadığını biliyoruz. Nimetlerinin hangilerine nasıl teşekkür edeceğimizi bilmekten aciziz. Nimetlerin o kadar çok ki bazen, Sen"in de buyurduğun gibi ve biz kullarını uyardığın üzere, bizlere oyun ve eğlence oluyor. Bu halleriyle Sen"in tecellin olan o güzel nimetler bizi Sana yaklaştırmıyor. Hâlbuki Rahman sıfatınla sınırsızca gönderdiğin bu nimetlerle bizleri cennetine hazırlıyordun. Cennetimde bunlardan çok fazlası var, diyordun. Bunlar da ne ki, buyuruyordun. Oysa biz aciz ve nakıs çoğu zaman da nankör kulların o nimetlerinle Sen"den uzaklaştık. Dünyada da ahrette de cennet istiyorduk biz. Dünyada verdiğin nimetlere dalıp ölümü unutuyorduk. Cennet vadin aklımızda saklıydı. Atamızı aldığın cennetine biz torunlarını da alırsın diye bekliyorduk. Bekliyoruz. Ölüm acıydı. Soğuktu. Her nefis ölümü tadacaktır, fermanını bilmemize rağmen Sen"den ölmeden cennet istiyorduk. Ölmeden cennete girmeyi… Dünya cennetinde yaşayarak ebedi cennetine kavuşmayı… Cennete cennet yollarından gidilir miydi? Rahmete zahmetsiz kavuşmak uygun muydu? Bazılarımız azgın mı, kuzgun mu desek, isteklerimize bakarak "çok mu yani?" diyordu, hala da demekteler.    

   Şimdi Sana ey Büyük Allah"ım! Rahmetinin gazabından çok daha fazla olduğunu bildiğimiz Allah"ım! Nasıl yalvaralım? Kıblene hangi kalple yönelelim? Hangi ellerle Sana niyazda bulunalım? Mihrabına çıkacak ne yüzümüz ne cesaretimiz var. Evlerine günahkârlığımızı bahane yaparak giremiyoruz. Sen"in emir ve yasaklarından bahsedenlerden, yarasanın ışıktan kaçması gibi kaçıyoruz. Yüce adının anıldığı yerlerde, kızgın güneşte eriyen kar misali bir hal alıyoruz. Eriyoruz. Ne yazık ki aşkından değil bu erime. 

   Çiçeklerindeki rayihalarınla, böceklerindeki sırlarınla, arılarındaki balınla, sıbgatullahla, bin bir çeşit renklerinle, meyve, sebze ve bereketlerinle her an kapımızı çalıyorsun. Anlamıyoruz.

   İçimizde yarattığın aşkı dünyadaki Leylalara sunuyoruz. Leylalar bize Sen"in yolunda çelme takıyor. İdrak edemiyoruz. Bu çağın Leylaları Mevla"ya götürmüyor. Farkında değiliz. Bu çağda sevgililer hep "bana, bana" diyorlar. Benim olmadan asla ve kata, diyorlar. Onların ağlarında takılıp kalıyoruz. Eskiden âşık ve maşuk vardı. Mahbup vardı. Aşk vardı. Milenyum nesli maalesef âşık demekten bile bihaber. Kelimeyi şapkasız yazınca, bilgisayar, kemik mi demek istedin, diyor, uyarıyor. Hayır, hayır aşk, aşk… Sevmek var ya! Güzel bir şey. Hani televizyonlarda okul öncesi çocuklardan başlayarak dayatılan karşı cinse alaka duyma! İşte o… Ancak aşk bu değil. Aşk öldü, öldü, öldü öldürüldü, öldürdüler… Bu duygu; manita, çıkmak, kanka olmak, beraber yaşamak… gibi basit ve çirkin kelimelerle temsil edilir oldu. "Aşkım" kelimesi aşkı bilmeyenlerin ağızlarından öyle basitçe dökülüyor ki anlatamam. Bu ses kalpten gelmiyor besbelli. Nereden geldiğine gelince sizlere havale ediyorum bunu, sevgili okurlarım.

   Hastalıkla sağlığı, soğukla sıcağı, ölümle yaşamayı, çirkinle güzeli, kötüyle iyiyi, hazanla baharı… daha anlamlı kıldın. Biz anlayamadık… Hep dar çerçevede kaldık. Gözlüklerimiz önümüzü bile net gösteremiyor. Tarifsiz ,yol bulamıyoruz. Tariften de anladığımız söylenemez ya neyse!... Kargaları kılavuz edinmişiz… hal böyle olunca da kendimizi aşamadık. Kendimize gelemedik. Verdiğimiz söz de aklımızda. Unutmadık onu. Aynaya yansıyan siluetimiz siparişe hiç mi hiç uymuyor. Farkındayız. Bu yüzden belki aynalarla da dostluğumuz bozuldu. Çelişkiler yaşamaktayız. Burukluğumuz biraz da bu durumdan kaynaklanıyor. Arzuhalimizi arz eyleyecek başka bir yer olmadığından, layık olmasak da rahmetinin eşiğine geldik. Yakarıyoruz. Buruk bir şekilde… burukça…   

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsa Abanoz Arşivi
SON YAZILAR