Gazi Gök Hüseyin

Daha küçücük bir çocukken; uzun boylu, aksakallı ve eğri saplı bastonuyla ara sıra Alaçam, Yoğunpelit Köyü, Sarıgöl mahallesindeki evimize gelen bir ihtiyar olarak tanımıştım onu…

İlk hatırladığım 1965 yıllarıydı, ilkokula başlamamışım henüz.

Annem o geldiği zaman biraz saygı, biraz da korku duyar ben bilmezdim kim olduğunu…

Bir gün anneme kim bu dede diye sorduğumda, benim babam yani senin de deden demişti…

O geldiği zaman pek de sevinmezdik, koşup kucağına atlamazdık, çünkü hep ciddi ve sert bir yüz, sanki hayal kırıklığına uğramış, unutulmuş insanların bakışı vardı gözlerinde…

Bazen annemle 4 km uzaktaki Yoğunpelit köyüne, dedemi ziyarete giderdik ama ben yine hiç kucağına atlamaz, yanına yaklaşmazdım…

Başucun da bizden daha çok sevdiğini sandığım eski bir subay fotoğrafı asılı dururdu…

Çok sonraları öğrendim o resmin dedemin komutanı, İsmet İNÖNÜ olduğunu…

Köye ilkokul açılıp, ben dedemle kalmak zorunda oluncaya kadar mesafeliydik onunla…

İlkokul 4 sınıfta samimi olduk dedem Gazi Gök Hüseyin"le:

Kol ve bacaklarındaki yara izlerini sorduğumda şarapnel parçası, süngü izi her hal derdi…

Nerede, ne zaman ve hangi savaşta deyince, sen tarihe ne kadar meraklısın, mektepte öğretiyorlar mı bari demişti…

Ben de o zaman coşup, babamdan öğrendiğim; Çanakkale ve Yemen türkülerini söylemiş, Okulda öğrendiğim Sakarya, İnönü ve Dumlupınar savaşlarını anlatmıştım…

Birden dedemin tek gözünden yaş geldiğini görünce şaşırıp kalmış, birazda sevinmiştim işte!

80 yaşındaki o asık suratlı adam bazen benim gibi ağlayabiliyormuş diye!

Doğuda savaştığını, sonra Eskişehir civarında iki-üç savaşa katıldığını, sonra firar edip 2 ayda geceleri yürüyerek Samsun"a geldiğini ve af çıkınca tekrar askere, Kuvvayı Milliye"ye katıldığını anlatırdı…

Son gidişinde, Yunan gâvurunu Bursa"dan nasıl attıklarını, Bursa Ulu cami"yi, sonra İzmir tarafına doğru yürüdüklerini, büyük bir savaş yaptıklarını,  gâvurun tel örgülerini 3–4 saatte söküp attıklarını ve Afyon diye bir şehrin kalesine bayrak diktiklerini anlatmıştı ben de o savaşların isimlerini söyledikçe, yaa, öylemi yazmışlar diye hayret ederdi…

Bazen de yanında şehit olan arkadaşlarını hatırlar, dalar giderdi tek mavi gözü…

Diğer gözü yoktu, bende soramadım nerde, hangi savaşta kaldı diye…

Dayıma bıraktığı küçük bir çekici, Erbaa"lı onbaşı arkadaşının hediye ettiğini söyler yine dalardı tek mavi gözü…

Savaşlar biter ve 1308 Rumî ( 1891 Miladi) doğumlu Serdar oğullarından Hüseyin, Gazi olarak köyüne döner, yeni devlet kurulur ve yeni bir hayat başlar…

Tek gözünün maviliğinden olsa gerek, Gök Hüseyin diye lakap takar ve öyle tanır köylüleri…

Evlenir, Osman, Remzi adında iki oğlu ve Satu ( Annem), Bağdat, Saadet, Huriye, Hüsniye adında 5 kızı olur sonrada 50"den fazla torun…

Kızlarından birinin adının Bağdat olması daha çok düşündürmüştür beni, acaba doğudaki savaş derken Irak"ta, Bağdat"ta İngilizlerle mi savaşmıştı acep diye…

1973 yılının soğuk bir kış günü veda etti dünyaya Serdar oğullarından Gazi Gök Hüseyin, Durmaz soyadıyla…

Mezar taşını okuyup geçenler, o taşın altında yatanın hayatını da keşke bilseler!

Öldükten sonra geldi Gazilik beratı ve madalyası…

Keşke, Berat ve Madalyasını görseydi belki azıcık gülümser de, demek unutmamışlar, yazmışlar bizi derdi…

Ya da bu yazıyı okuyabilseydi, Vatana feda ettiği kanını, emeklerini ve gençliğini daha bir şevkle, tekrar helal ederdi…

Nur içinde yatsın tüm şehit ve gazilerimiz…

Yıllar geçse de, sizler toprak olsanız da, unutmayan, unutturmayan nesil var bilesiniz…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR