İman ve salih amel
İMAN VE SALİH AMEL
İman inanç demektir; salih amel de o imanın dışa yansımasıdır. İman ve amel-i Salih, Kur"an-ı Kerimde birlikte kullanılan iki kavramdır. İkisi birlikte akaidimizin önemli sayfalarını doldurur.
Amel, imandan bir cüz müdür? İman, artar ve eksilir mi?
Bizim Matüridî mezhebine göre iman ayrıdır ve amel daha ayrı bir değerdir. İman, amelin bir parçası değildir. Yani bir kişinin, katıldığı siyasî partinin imanıyla ilgisi yoktur. Biz İslam düşünürleri, amelin sosyolojik anlamını hiç irdelemeden bir sürü laflar üretiyoruz. Oysa iman psikolojik ve amel de onun sosyolojik değeridir. Psikoloji, kişinin ruh dünyasını ve sosyoloji de toplumsal yönünü anlatır.
Demek ki, iman-amel ilişkisi dinin konusu olmaktan çok, bilimin de konusudur. Sadece din ve akaid kitaplarını ele almakla bitmez ve anlaşılamaz; psikoloji ve sosyoloji bilimlerini de işe karıştırmak zorundayız.
Erkeğin cübbe-sarık ve kadının tesettürlü olarak kıldıkları namazla, kadının mini etek ve erkeğin düşük kemerli pantolon vb giyinmiş olarak kıldıkları namaz arasında fazilet farkı var mıdır? Böyle bir namazı insanlar değerlendirebilir mi? yoksa namazın kabulü olayı, kişi ile Rabbi arasında kalmış gizli hazine midir?
Kişinin imanlı gitmesi, kesinlikle Allah"ın cc son nefesimizde vereceği son karara göre midir? Yoksa eğer ben anne karnına inerken bana meleklerce üflenen kader planlamasındaki şakiliğim veya saidliğim söz konusu ise son nefeste imanlı veya küfür üzere gideceğimde de bu ilk karar mı geçerlidir? Yoksa Allah cc benim anne karnında bana üflenen cennetlik veya cehennemlik oluşumu değiştirir mi? Yani son söz, benim anne karnındaki kader planlamasına mı bağlıdır; yoksa Allah cc buna hiç itibar etmeden benim hakkımdaki son sözü verir mi?
İşte iman ve amel-i salih konusu; kalp ile tasdik, dil ile ikrar demektir: kalp ile tasdik iman ve inanç demektir. Dil ile ikrar da ameldir ve imanı dışa vurmaktır. Ehl-i Sünnete
göre kalp ile tasdik önemlidir. Dil ile ikrar önem taşımaz. Yani kalbindeki imanı sarık, cübbe ile tesettürle dışa yansıtmak önemli değildir.
Cenâb-ı Hak bizim bu dünyada nasıl hareket edeceğimizi biliyor. Emirlerine uyup uymayacağımızı da biliyor. İmtihana neden lüzum görüyor da bizi dünyaya gönderiyor?
İşte u cümleler yanlış değerlendirmedir. Biz, Allah"ın cc dünyada neler yapmakta olduğumuzu bildiği için cennetlik veya cehennemlik olmuş değiliz. Ancak biz, cennette geçirdiğimiz sınavdan, kendi irademizi kullanarak aldığımız sonucu Levh-i Mahfuzda arşivlediği biçimiyle koruma altına almıştır. Dünyada, o arşivlenen bilgiyi aynen yaşıyoruz.
Bu nedenle dünyadaki amelimizde biz robot gibi değiliz. Allah Taâlâ bildiği için yapmıyoruz. Cennette kader sınavını yaşamışız ve sınav sonucu cennetlik veya cehennemlik olacağımıza kararı biz verdiğimizden dünyada da o kararımızı kaza ediyoruz; görüntülü yaşıyoruz. Bu nedenle son nefesimizdeki cennetlik veya cehennemlik oluşumuza karar, ta cennetten beri gelmekte ve kabirden de aynı biçimiyle geçmesi gerekmektedir. Son nefesimizde Allah cc bizim cennetlik veya cehennemlik oluşumuza son nefesimizde karar vermemektedir.
İşte iman ve amel konusundaki bu farklı anlayış, kader konusundaki anlaşılmazlığa da çözüm getirmektedir, şu âyet-i kerimeye bakacak olursak:
Bilinçli insanın üzerinden, henüz o adı taşıyacak insan olamadığı, tarih-öncesi karanlık bir çağ kesinlikle geçmiştir. Şöyle ki biz insan DNAsını, yumurta-sperm bileşiminden varettik; onu sınıyoruz. Neden mi? Onu zeki varlık olarak programladık. Böylece biz onu şakir-şaki diye kılavuzladık İnsan Sûresi: 1-3
Allah cc bizim bedenimizi yumurta-sperm bileşiminden varetmiş, bedenimizi yaratmış ve ona Berzah Âleminde beklemekte olan, cennetteki cennetlik-cehennemlik bilgisi olan kaderimizi üflemekle bizi sınavdan geçirmiş olmaktadır. Daha doğrusu bedenimize; doğru-yanlışı seçme yeteneği olan zekâmızı kazandırarak, cennetteki sınavdan geçirimle sonucunu bedenimize üflemiş sayılmaktadır.
Bu sınav, sosyolojideki sosyal kontrol demektir. Sosyal kontrol, sosyal normların belirlenmesiyle gerçekleşir. Bu sosyal normların toplamı da salih amellerimizdir. Sakal, cübbe, arık, yakasız gömlek, kadın pardösüsü veya çarşafı sosyal normdur. İşte esas kavga da bu gibi sosyal normları takındığımız zaman ortaya çıkmaktadır.
Sosyal norm, sevmektir, selamlaşmaktır, tokalaşmak, musâfaha yapmaktır.
Allah Teâlâ kıyamet günü şöyle buyurur:
- Nerede benim rızam için birbirini sevenler? Benim gölgemden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bu günde onları kendi gölgemde gölgelendireceğim Müslim, Birr, 45/12,
Resûlullah sav şöyle buyurdu: Kendi gölgesinden başka hiç bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah yedi kişiyi kendi gölgesinde gölgelendirir:
1) Âdil devlet başkanı,
2) Allah'a ibadetle yetişen genç,
3) Mescidden çıktığı zaman tekrar dönünceye kadar, kalbi oraya bağlı olan adam,
4) Allah yolunda sevişen, bu sevgiyle birleşen ve bu sevgiyle ayrılan iki kişi,
5) Allah Teâlâ'yı tenha bir yerde zikredip gözlerinden yaş akıtarak ağlayan adam,
6) Güzelce soylu bir kadın kendisini davet ettiğinde: «Ben Allah 'tan korkarım» diyen kimse,
7) Sadaka verdiğinde sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek şekilde onu gizleyen kimse» Buharı; Tevhîd, 97/33; Müslim, Birr, 45/48.
Resûlullah sav şöyle buyurdu: Allah bir kulunu sevdiği zaman, Cebrail"e:
- Ben filan kimseyi sevdim; razı oldum, onu sen de sev buyurur. Onu Cebrail de sever, sonra gök halkına seslenerek:
- Allah filan kimseyi sevdi siz de seviniz der. Onu gök halkı da sever. Sonra onun sevgisi yeryüzünde halk arasında da yayılır Bâcî, el-Münteka, c7, s 274
Şam Ümeyye camiine girdim, bir de baktım ki dişleri parlak, güzel yüzlü bir genç ve etrafında insanlar toplanmış, bir şey hakkında ihtilaf edince ona müracaat ediyorlar ve onun sözünü kabul ediyorlardı Onun kim olduğunu sorduğumda:
- Bu, Muaz b Cebel! dediler Ertesi gün erkenden mescide gittim Onu bulduğumda benden daha erken gelmiş namaz kılıyordu. Namazını bitirinceye kadar onu bekledim. Sonra huzuruna gittim, selam verdim:
- Vallahi ben seni Allah rızası için seviyorum.
- Vallahi mi?
- Vallahi!
- Vallahi mi?
- Vallahi!
- Vallahi mi?
- Vallahi!
Bunun üzerine abamdan tuttu, beni yanına çekti ve dedi ki:
Sana müjdeler olsun: Ben Resûlullah"ın sav: Allah Teâlâ buyuruyor ki, benim rızam için birbirini seven, benim rızam için bir arada oturan, benim rızam için birbirini ziyaret eden ve kendilerini benim rızama adayan kimselere benim muhabbetim vaciptir buyurduğunu duydum. Ebû îdris el-Hâvlânî. Bâcî, Münteka, c7, s 275
Salih Parlak
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.