Ötekiler uzak ve yakın

Körinan, sorgulanamayan, tartışılamayan, yerilemeyen inanışı; köryanlılık da, sorgulanamayan, tartışılamayan, yerilemeyen yandaşlığı karşılar. Birileri, bu hallerin neresinde durmalı. Uzağında...

Bunların izinde yürüyenlerse, önyargılar edinerek ve dışladıkları bir topluluk olarak "ötekileri" yani "uzağında..." diyenleri var edeceklerdir, etmişlerdir... Kendi yanlarında olmayanları işlevsiz duruma getireceklerdir, getirmişlerdir.

Ötekiler... Körinanları ve köryanlılığı emzirecek ve bunların sunaklarına kan akıtacak değil ya... Dik duracak, sağlam duracak; dik duracağına, sağlam duracağına; ahde vefa da kusur etmeyeceği adına yüksünmeyecek o zaman!..

Öylesi haller güç mü, dersiniz; kolay olamaz değil mi? Duracağımız yer, sağlamlığa ereceğimiz zemin kaygan ise bir de, ne etmeli öyleyse?

Bu aşamalara maruz kalan topluluklarda da, toplumda da çatışmalar kendini gösterir, göstermiştir. O birilerinde "güvensizliğe" yol açarak, o birilerini "ötekiler" kılarak demiştik...

Körinanlar ve köryanlılık her zaman "yeni efendiler" bulur kendine, yeni kölelere "yaftalar" yapıştırarak.

Hem "köleler" hem "efendiler", önyargılara kapaklanmışlardır ve çatışmalara can atarlar. Çatışır, durmadan çatışırlar. Önceliği kendileriyle olan çatışmalara verirler. Kendi sığ sularında kendilerini "yüceltene dek" çatışırlar ve en diri bağlılıklarıyla önyargılar ve inanlar; ve en köründen yanlar edinirler sözde yücelmiş olan benliklerine.

Sonra yaşa[yama]ma biçimleriyle, işleriyle, eşleriyle, borçlarıyla, patronluklarıyla, işçilikleriyle, ürettiklerine yabancılaşmalarıyla, dostluklarıyla çatışmaya girer ve kendilerinin hep ön planda tutulmalarını dayatırlar hem köle hem efendi olarak.

O birileriyse, tüm bu olanları ve yaşananları görmekten de öteye geçer; o körlüğe maruz kalanların ötelemesinin tersine. O birileri, denildiği gibi, çözümler üretmeye ve sunmaya yeltenirler; ancak dilleri, ulaşacakları toplumca başkalaştırılmış olduğundan anlaşılamaz kalır.  

Sonra o birileri, "işte biz, anlamsız olan biz, anlaşılamayacak olan biz, gereği olmayan biz; işte zemin bu, işte hendek bu, 'dik ve sağlam duruş' sunacağız onlara' derler" 'onur yitimi'yle oluşan kaygan zeminlerde...

Onur çökmesinin "duygu çökmesine", düşünce kuşatmasına koyulduğu, vardığı böylesi insanlara da dertlerini inler o birileri.

Neden inler, nasıl inler?

En azından bildiğimiz, fakat bildiremediğimiz dilden de olsa halleşebiliriz, bir umut, ha gayret' derler; ancak ne kertede gereksiz olduğunu bilemezler, gerekliliğine kalıplarını basa basa üretmiş de olsalar, onlar, artık "birileri"dir.

'Yazarız çizeriz de yahu ne ederiz? Soran var mı, varsa da bilecek olur mu? Anlaşıldı, biz gereksiziz,' derler. Ellerinden geleni artlarına komayacaklardır, nasılsa ötelenirler. Baksanız, uzakta değil de hep içtedir o birileri, ta içte hem de. Giden değilmiş de kovulan imiş o birileri.

Öyleyse bakın, bu döneduran dolaplara, bu evrilip çevrilip kedi kuyruğuna benzetilen, dönüştürülen koşuşturmaya vardırılana ve "tut, yakala" denilen işlere bulaşamaz o birileri.

Dönecek olanı döndürecek çarkın başındaki çarkçıbaşına alt tarafı kötü gülümsemişlerdir; çünkü, "söyleyecek başka sözü olmayanların söveceğini" bilmiş oldukları haldedirler hala. 

Sonra ne mi olacak?.. Sonrasındayız ya şimdi... Yazı ve çizinin gereksizliği söylenir şimdilerde, güzellikleri bildirmenin gereksizliği, yersizliği...
Bu yüzden midir, nedir; yoğun bakım denizlerine bağlı, sırtüstü yüzmesini öğrenmede insan aklı. Birkaç dize kalmış Nazım'dan; çünkü 'Vaatler vardı havada, / verilmiş sözlerle yüklüydü toprak. / Kurbağalar için bile bir bahtiyarlıktı yaşamak. / Kurbağalar yumuşak ve çevikti. / Kocaman ağızlarıyla ince bacaklarında sevinç, / yaş tarlanın üstünde sıçrıyordu kurbağalar.' dedi, o birilerine.

Sıcak denizlere akacak olan göç, kendi iç-denizlerinde sürdürecektir seyir defterini karalamayı. "Yoz" olan her ne inan, yan ve hal var ise ondan, "aslolana" göç, elbet sürecek, elbet sürdürülecek o birileri tarafından... Bir balık sırtüstü ne kadar yüzebilirse o kadar... Öyle değil miydi, akıntının tersi yönünde gidilmemiş miydi şuncacık zamanda da olsa!..

Yol değil midir önemli olan varılacak olandan?..

Uzağında durmanın gereği, en öncelikli ereğiyse; ve bu ereği, her ne koşulda olursa olsun baş tacı ettiği yaşama biçimleriyse; uzağında kalıp sağlamlığa erişip de sonrasında bunların yakınına konuşlanmak gayreti, yalnızca bunları tanımaya, bunlara yönelik çözümler üretebilmeye ve akıllarının erdiğince dillerinin döndüğünce bunları anlatmaya adanmışsa; ancak körinandan ve köryanlılıktan insanların çoğu, çözüm bulamamaktan doğan çaresizliğe zincirlenmişlerse üstüne üstlük, önlerine gerili bu çaresizlikler yüzünden o birilerini içlerine girdiler diye çekip başkalaştırmaya çalıştıklarını açık edeceklerse, ne etmeli öyleyse?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR