Sanatçının yeri ve duruşu
Sanatçıların toplumdaki duruşuyla ilgili çok şey söylenmiş; onların bağımsızlığıyla, özgürlüğüyle ve de yapıtlarının topluma nasıl yansıması gerektiğiyle ilgili çok tartışılmıştır. Bu tartışmaların özündeyse; sanatın hem gerekliliği hem de toplum üzerine yansımasının önemi göze çarpar.
Bu da sanatçıya kendi toplumunun kültürel dokusunu ve yaşam koşullarını göz önünde bulundurması gereğini yükler. Bağımsızlığını ve özgürlüğünü sınırlandırmış olur bu haliyle. Ancak aynı zamanda da toplumun bireylerinden farklı olmak durumundadır. Toplumda da bu farklılık kabul gördükçe sanatçıdan beklentiler doğar.
Kimi sanatçılar, bu beklentileri karşılamaya çalışan yapıtlarla, toplumun kültürünün yozlaşmasına, sömürülmesine ya da sınıfsal yapının bozulmasına karşı gelerek bir savunucu veya bir anlatıcı tutumuyla kendine özgü bir duruş sergiler ve sergilemiştir.
Yapıtlarını para kazanmak ya da temel gereksinimlerini karşılamak için değil, düş ve düşünceleri somutlaştırarak kültürler kaynaştırmak ve toplumca yükselmek için ortaya koyarlar.
Bilirler ki toplumun yapı ve kültüründeki her yozlaşma ve bozulma, bilinçsiz kimlikler doğuracak; bilinçler, kapitalizmin tekelinde sömürülecek, toplumsal ayrışmalar baş gösterecek, toplum yokoluşa hüküm giyecektir. Kendileri de bu hal üzere yokoluştan paylarına düşeni alacaktır.
O zaman, kendine kulak kesilecek birilerine aşkı, sevdayı, kardeşliği; toprağı, göğü; acıyı, sevinci; ortak duyuşu, düşünüşü; ortak kaygıyı, geleceği anlatması ve savunması bir anlam ifade etmeyecektir.
Yoz olmanın eşiğinden aşıp bozulmaya kesilmiş, oportünist (kendi günlük çıkarları uğruna her yolu mübah sayan) çabalara dalmış, örgütsüz, bireyci bir toplumda yerleri olmayacaktır bu, halka dönük yapıtlar vermek derdindeki sanatçıların.
Peki, madem topluma dair yapıtlar veriyor bu sanatçılar; o zaman toplum, nasıl olur da böyle bir yozlaşma içine girer ve onlar da yokoluşa maruz kalır?
Sanatçının toplum içindeki zümrelere ilişkin seçiminde yatar bu da. Toplumun gücü elinde bulunduranına yönelik yapıtlar ortaya koyması, toplumun tamamını görmemesi, ulaşamaması anlamına gelir.
Toplumu anlatayım derdiyle egemen sınıfa yaslanır da oradan bakarsa toplumun yaşamına; egemen olmayan çoğunluğun var ettiği kültürün, değerlerin, yaşamların hangi çıkmazlarından, ezeninden, ezileninden, çarpıklıklarından söz edebilecektir!..
Gücü elinde bulunduranlara üreten sanatçıların sesi daha gür çıkacağından, topluma dönük değerlerle hakkıyla yapıtlar veren sanatçılarsa altta kalacaktır bu gürültü karşısında. Böylelikle başlayacaktır bu bozulma.
Düşünün ki bir sermayedarın iletişim araçlarından (TV, radyo, web, gazete, dergi vb.) işçilerin ezilmişliğine yaşamına dair ürünler veren sanatçı, nasıl ve ne kadar tanıtılabilecektir kendini ve yapıtında dile getirdiklerini!..
Köylülerin derdiyle hemhal olmuş, tarımı ve toprağını yitirenlerin kültürünün de değerinin de yitirmek üzere olduğunu duyurmak isteyen sanatçı, nasıl yer bulur buralarda.
Çocukların ve öğrencilerin çarpık sistemler sonucunda eğitimleriyle zaman öldürmekten, kendilerine özgü miraslarının yok olduğunu anlatan biri, nasıl yankı bulur.
Toplumun ekonomik ve sosyolojik sorunlarını anlatırken feodal düzenlerin varlığının zararlarına değindiklerini duyurabilir mi?
İşte bu sesler işitilmedikçe yüzlerce yıldır süren kardeşlikten medet umamazsınız. Toplumun kibrine, bencilliğine, çıkarcılığına, ayrışmasına, çeteleşmesine, sevdasının ölüm nedeni olmasına, ortak paydası olan din ve dilin tanınmazlığına çare bulmakta geç kalırsınız.
Varolandan yola çıkıp varolmasını istediğimiz tüm umutlarımızı yitiririz. Sanat varolandan yola çıkıp varolması gerekene ulaştıracak en önemli araçtır, ancak yanlış kullanıldığında geri teper.