Uludağ'a Gittiniz mi?

      Üniversiteyi Bursa"da okuduğum için Bursa ve Uludağ"la ilgili pek çok anım vardır. Çok şükür ki anılarımın çoğunu yazdım. Unutulabilecek ayrıntılar yazılarım sayesinde yeniden canlandı. Geçende 1991"den beri düzenli olarak yazdığım yazılarıma şöyle bir göz atayım dedim. Bir kenarda da Uludağ gezimizle ilgili yazım duruyordu. O yazıyı sizinle paylaşmak istiyorum.

     Bir ilkbahar günüydü. Hava bulutluydu. Yağmur çiseliyordu. Bursa böyleyse Uludağ nasıl olur diye düşünüyorduk. Ancak bugün her ne olursa olsun Uludağ"a gidecektik.

     Bugün havaya inat bizler tatlı limonculuk oynuyorduk. İlk bakışta kötü gibi görülen durumlar arasından iyilik ve güzellikleri teker teker seçiyorduk. Bizim için neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilemiyorduk. Sadece iyiyi arıyorduk. Önemli olan da kötü şartlarda iyi görebilmek değil midir?

     Hayatı tatlı, yaşanması güzel bir hale sokmak istiyorsak hayata iyi gözle bakmalıyız. Güzellikleri görmeye çalışmalıyız hayatta. Güzel bakmalı, güzel görmeliyiz. Bizim gezimizde bir parça zevk varsa o da bizdeki gözlüklerin yeşil olmasındandır.

     Uludağ"a doğru tırmanmaya devam ediyorduk. Etrafımıza bakıyorduk. Havanın kapalılığına devasa ağaçlar yoldaşlık ediyordu. Neredeyse aydınlığa hasret kalmıştık. Küçük boşluklardan güneş ışınlarına ulaşıyorduk. Surda bir gedik açmışçasına seviniyorduk. Güneş ışınları, o büyük ağaçları okşarcasına bir assolist edasıyla sahneye çıkıyordu. Bu durum bizde tutsaklıktan özgürlüğe çıkma etkisi yaptı adeta. Arkadaşlar coştular. Otobüsteki sessizlik, yerini neşe, mutluluk ve heyecana bıraktı. Otobüsün içi cıvıl cıvıldı. Artık herkesin yüzü gülüyor, herkes güzel şeylerden bahsediyor, gezimizin iyi geçeceğinin ilk emarelerini görmenin mutluluğuyla huzur duyuyordu. 

     Manzara öyle güzel ve büyüleyiciydi ki tasvir etmek için ne söz bulunur ne de kalemin gücü yeter. O kızıl sabah güneşinin, o büyük, koyu renkli, çam ağaçlarına "merhaba" dercesine yansıması, sarılması manzaraya ayrı bir güzellik, ayrı bir canlılık katıyordu. Yolun her iki yanında da orman vardı. Yol taşlarla döşenmiş, kaplumbağa sırtını andırıyordu. Yılan gibi kıvrılan yolda döne döne gidiyorduk. Manzarayı içimize çeke çeke tırmanıyorduk Uludağ"ın eteklerine.

     Ormanın içindeki güneş almayan yerler, öyle romantik bir hava oluşturuyordu ki arkadaşların bazıları “gel de şiir yazma” diyordu. O büyük, siyah, azametli ağaçların arasına güneş giremiyordu. Hele o ağaçlar arasında duran yabani fındık ağaçlarının yerinde hiç olmak istemezdim. O büyük ağaçlar sanki güneşi bu yabani fındık ağaçlarından kıskanıyordu. Tıpkı eşlerin birbirini kıskandığı gibi. O fındıklar solmuş, sararmış birer hasta gibiydi. Güneş yüzü göremiyordu zavallılar. Ne yapalım onlar da ehil olsalardı. İlgi, hizmet ve güneş görselerdi.

     Uludağ"a bayağı yaklaşmıştık. Yolun kenarında küçük küçük evler, yazlık evler, bahçeler, meyve ağaçları ve sayamakta zorlandığım, tabiatı tezyin eden pek çok güzellik abidesi vardı. Sabahın ilk güneşlerini bir köşeye çekilip sevişen köpekler de değerlendiriyordu. 

    Otobüsümüz Kirazlıyayla"da durdu. Burada sabah kahvaltısını yapacaktık. Top oynayıp biraz eğlenecektik. Otobüsten bir sepetten taşların boşanması gibi boşandık. Buna inmek denmez. Döküldük. Belli ki bazı arkadaşlar çocukluğunu yaşayamamışlar. Hemen salıncaklara koştular. Beş yaşındaki bir çocuğun hareketlerini yapmaya başladılar. Belki de arkadaşlar küçükken, bugünkü imkânlara sahip değillerdi.

     Arkadaşların bazıları, sabah kahvaltısının hazırlıklarını yapıyor, bazıları top oynuyor, bazıları salıncaklarda sallanıyor, bazıları geziyor, bazıları da -ki bunlar çok az- top oynayanları seyrediyordu.

     Kahvaltı hazırlanınca hemen kahvaltı yerine koşuştuk. Kahvaltıdan sonra otobüse binerek otellere doğru yola koyulduk. Bu sırada yağmur hafif hafif yağıyordu. Otellere geldiğimizde yağmur daha da hızlanmıştı. Ancak bizdeki bitmek tükenmek bilmeyen gezme aşkı yağmur falan dinlemiyordu. Çoğumuzun Uludağ"a ilk gelişi. 20 yılda gelen fırsat tepilir miydi?

     Hemen hemen hepimiz teleferiğe binip televizyon istasyonunun olduğu yere çıktık. Teleferiğe ilk defa biniyordum. Arkadaşlar birbirlerinden helallik alıyorlardı. Belli ki onlar da korkmuşlardı.

     Televizyon istasyonuna çıktığımız zaman yağmur doluyla yer değiştirdi. Benimle birlikte birkaç arkadaşın şemsiyesi vardı. Diğer arkadaşlar zor durumdaydılar. Zirvede, içinde kocaman bir şömine olan bir Kafeterya vardı. Kafeteryanın sahibi kapıyı açtı ve bizi içeri aldı. Şöminenin yanında arkadaşlarla –arkadaşın objektifini patlatırcasına- fotoğraf çekildik. (Şu an o fotoğraflar karşımda)

     Tekrar teleferiğe binerek otellerin yanına indik ve otobüse bindik. Biz bu arada suda yüzen ördek gibi sırılsıklam olmuştuk. Şemsiyesi olanlar belden yukarısını kurtarmıştı. Ben de onlardandım.

     Arkadaşlar toparlanınca yola koyulduk. Otobüste büyük bir sessizlik hâkimdi. Sarıalan"da mola verdik. Burada öğle yemeğini yiyecektik. Arkadaşların kimisi yemek yapma hazırlıklarına başladı. Diğerleri de "bilgi yarışması" yapıyorlardı. Yarışma bittikten sonra yemek yemek için sıraya girdik. Sucuk çok güzeldi. Bunun yanı sıra sebzeler, meyveler yedik… Yüksek rakımın verdiği açlıklarımızı bastırmış olduk.

     Saat bir hayli ilerlemişti. Bursa"ya gitme vakti gelmişti. Gezinin son dakikalarını yaşıyorduk.

     Arkadaşlar otobüsteki yerlerini aldılar. Gitmek için hazırdık. Kıvrım kıvrım kıvrılan yoldan günün tatlı yorgunluğuyla beraber süzüle süzüle gidiyorduk. Yine müthiş bir sis tabakası vardı. Sis tabakalarını yara yara gittik. Şehre ulaşınca bu güzel gezi bitmiş oldu.

     Günahıyla sevabıyla bir gezi yaptık. Sonuçta herkes geziden memnun kalmıştı. Hasta olanlar sıhhat bulmuş, rahatsızlar rahatlamış, üzüntülüler sevince boğulmuşlardı. Herkesin bu geziden çıkaracağı bir payı vardı muhakkak. Herkes kazançlıydı ve hiç kimse kaybetmemişti. Geziyi sizlere de tavsiye ediyorum ve gezin, sıhhat bulun diyorum.

     Not: Bu yazıda neden arkadaşların ismine yer vermemişim şimdi anlayamıyorum. Rizeli Ahmet, Boğazlıyanlı Medet, Bursalı Ali, Samsunlu Hayrettin, Çanlı Engin, Balıkesirli Mustafa, Çorumlu Ahmet, Eskişehirli Mustafa, Antalyalı Adem ve 40 civarındaki arkadaştan bahsetmemişim. Bu kadar kişi içinden bu geziyi kaleme alan tek kişi olursanız daha detaylı yazma zorunluluğunuz olduğunu anlarsınız. Yaptığınız gezileri kare kare not alın. Yoksa insan aklı unutuyor. Kalem unutmuyor.

    Kalın sağlıcakla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsa Abanoz Arşivi
SON YAZILAR