Ah şu Yunanlar
Geçen haftaki gündemimizi yunan başbakanı Karamannis'in ziyareti meşgul etti.
Ege kıta sağanlığı konusu ne olacaktı? Kıbrıs gündeme gelir miydi gelmez miydi? Anıtkabire gidecek miydi, giderse eğer ne yapacaktı. Fener Rum Ortodoks patriğinin ekümenik iddiası ne olacaktı. Bunların hepsi gazete manşetlerinde, köşe yazılarında geniş yer kapladı.
Türk dış politikasında Yunanistan'ın çok farklı bir yeri vardır. Yakın zamana kadar dış politika yapıcılarımız Yunanistan-Türkiye karşıtlığını Türk dış politikasının başat unsuru haline getirmişlerdi. Bir nevi yunan-foya hastalığı dış politikamızın elli atmış yıllık bir tarihine damgasını vurmuştur.
Avrupa birliğine adaylık başvurumuz, Amerika ile ilişkiler, NATO üyeliğimiz hep Yunanistan'a endeksli dar bir çerçevede ele alınıyordu. Onlar üyeliğe başvurdu diye AB'ye bizde başvurduk, Yunanistan ne veriliyorsa bir fazlasını almak bizim için zafer anlamı taşıyordu.
Dünya üzerinde sportif başarıyla ilgili bir sıralama yapıldığında ya da gelişmişlik düzeyiyle ilgili bir tasnifte gözlerimiz hemen Yunanistan'ın sırasını arar. Eğer onların üzerindeysek gerisini boş veririz. Dünyada kaçıncı olduğumuzun bir anlamı yoktur. Sondan ikinci olmaya razıyızdır yeter ki Yunanistan bizden alt sırada olsun.
Bunları yazarken yunanlarla yaşadığımız tarihi süreci bir kenara atıyor değilim. Elbette İstiklal mücadelemiz her zaman zihinlerimizde diri tutulmalıdır. Ancak bizler İstiklal mücadelemizi sadece Yunanlılara karşı vermedik. Onların taşeron olarak dâhil olduğu, büyük dünya güçlerine karşı kazanılmış bir zaferi sadece yunanlılara indirmek son derece yanlıştır. İçinde bulunduğumuz bu psikoloji, küçük devlet psikolojisidir.
Yunanistan elbette ciddiye alınması gereken bir ülkedir. Ancak biz kendimizi sadece Yunanistan üzerinden tanımladıkça, bölgemizde ve dünyada açmazların içinde kalırız. Üzerinde yaşadığımız toprak ve tarihimizin bize yüklediği sorumluluk dış politikada Yunanistan ile didişmek dışında birçok sorumluluğu bize yüklüyor.
Türkiye bölgesinde bir güç olmak üç kıtaya yayılan coğrafyasında etkin bir ülke konumuna yükselmek istiyorsa tek yönlü dış politikadan, yani sadece yunan unsuruna endeksli bir anlayıştan kurtulması gerekiyor. Son beş yıllık süreçte bu anlamda ümit verici gelişmeler yaşandı. Babacan'ın ekümeniklikle ilgili son beyanı bunun bir örneği. Ekümenikliğin Ortodoks dünyasının çözmesi gereken bir konu olduğuna vurgu yapması Türkiye'yi tartışmalarda çok güçlü bir pozisyona getirdi. Artık Türkiye tartışmalarda taraf değil, tarafların başvurması zorunlu bir ülke.
Son beş yılda dış politikada yaşadığımız gelişmeler gerçekten çok olumlu. Ümidimiz eski alışkanlıklara geri dönmeden bu sürecin devam etmesi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.