BİR SEVDA YÜRÜYÜŞÜ

       Gözüm bir yerde kalmadı, sen benim gözümde kaldın çocuğum. Irmak akıyordu ama nereye aktığını bilmiyordu. Çünkü ırmak denize değil insanın içine akıyordu. Aslında insanın içine nasıl sığdığına hayret ediyordu. Kelebekler uçar ve kaybolur. Irmak ise insanda bulunan toprakta kaybolur.

 

      Ben de bu hayret hali içinde Mavi Köknar ağacı gibi toprağa yapışıp sırtüstü yatıyorum; gökyüzünü, bulutları, yıldızları seyre dalıyorum gece boyunca. Ay, ansızın bulutların arasından sıyrılıp gülümsüyor. Ayın parlaklığı karşısında yıldızlar sönüyorlar; Anadolu gibi bir yarın koynunda, tabiatın kucağında, börtü böcek sesleri kulağımı, çiçek ve başak kokuları burnumu doldururken kendimi kaybediyorum galiba.  Koyun-kuzu sesleri azalıp çıngırak sesleri çoğalmaya başlıyor. Sonsuz bir özgürlük duygusu kaplıyor içimi. Kendimi mutlu, huzurlu ve güvenli bir ortamda müthiş hafif, özgür ve kuş kadar serbest hissediyorum. Kelebeklerin kanat çırpışını duyuyorum. Uçup gidiyorum…

 

     Uçup gidiyorum Kandahar dağlarına. Oradan Kafdağı’na. Oradan da savaş bölgelerinde mahsur kalan çocukların ülkelerine, uykusuz geçen gecelerine. Çocukların korku, açlık, yorgunluk, bitkinlik ve ölüm dolu dakikalarına uzanıyorum. Derken açlık ve korkudan iki büklüm olmuş, psikolojisi alt üst olmuş çocuklara canımdan ve kanımdan bir şeyler vermek istiyorum. Yapamayınca üzüntüden mideme kramp giriyor. Acılar hançer gibi batıyor karnıma, kılıç gibi kesiyor elimi kolumu. Kılıç gibi batıyor vicdanıma yetim duygular, öksüz acılar.

 

     Çaresiz dönüyorum çölün ortasına; uzandığım yerden seyre devam ediyorum ufkun güzelliklerini. Yerimden doğrulup etrafımı sessizce dinliyorum. Çıngırak seslerinin geldiği yöne doğru yürüyorum. Beynimi işgal eden yasak düşüncelerin, kötü duyguların, vesvesenin arasından geçip huşuyu buluyorum. Yüksek bir dağa tırmanıyorum. Çölde sükûnet her yerde vardır. Benim içimde ise kasırgalar esiyor. Dağ, bayır, dere, tepe demeden yürüyorum. Yürüdükçe hep aynı yeri arşınlayıp, aynı yerleri dolaşıyorum. Dönüp aynı noktaya geliyorum. Her şeye baştan başlıyorum. Adımlarım hızlandıkça ben yavaşlıyorum. Bir duygu armonikası yaşıyorum. Bir düşünce anaforuna tutuluyorum. Sert bir fırtına esip duygularımı savuruyor, atıyor beni elemin kucağına, acılarımı alevlendiriyor. Koştukça hızlanan atletlere inat benim fikirlerim yavaşça ilerliyor savaşın yanından. Ürkütmeden çocukları alıp kurtarmak için çabalıyorum.   

 

     Hiç kimsenin dokunamadığı duygularım, gürbüz düşüncelerim dünya malına tamah etmiyor, çocukları kurtarmak için uğraş veriyor. Çünkü savaş çocukları vurdu, en çok çocukları. Benim yüzümü, yüreğimi, kollarımı, ayaklarımı yaktı. Aldırmadım ama çok acıdım, çok acıktım çocuklara. Hiçbir duyguyu yüreğimden söküp atamadım. Şafağın sökün etmesiyle birlikte, yeniden yürüyüşe geçiyorum; yüreğimdeki seslerin, beynimdeki çığlıkların geldiği yöne doğru. Hiçbir canlıyı bulamıyorum. Uzun, upuzun bir gece nöbeti, bir çöl yürüyüşüydü, bir çöl senfonisiydi benimkisi. Mütemadiyen umutlandırıp korkutan, hızlandırıp yavaşlatan, hüzünlendirip sevindiren, açıp kapanan bir çöl senfonisiydi. Yaşattığı acı, yüreklere sığmayan bir evlat acısıydı. Kanayan bir savaş sancısıydı.  Hiç durmadan, yorulmadan acı ve keder eşliğinde yürüdüm. Yürüdüm hiç korkmadığım bir korku tünelinde. Vardığım yer neydi, neresiydi bilmiyorum? Fikrimde aynı şey, zikrimde aynı şey, zihnimde aynı şey vardı hep; Savaş ve çocuklar…

 

    Yorulmanın hiç olmadığı bir yolculuktu bu. Yorgunluk aslında bir çeşit bıkkınlıktır. O halde ben hiç yorulmayacağım. Çünkü hiç bıkmıyorum, çocukların ve acıların izini, savaşın izini sürmekten hiç bıkmayacağım. Savaş her nereye uğradıysa ben de oraya uğrayıp önünü keseceğim. Çocukları alıp oralardan kaçacağım işte. Çünkü bu benim sevdamdı. Benim sevdam bıkılınca bırakılacak bir sevda değildi. Yorulunca bırakılacak bir yürüyüş değildi. Yürümekten zevk alan, yürürken nimetlenen, rızıklanan bir sevda yürüyüşüydü bu yürüyüş. Yürüdükçe sevdaya dair olan inancı artıran bir yürüyüştü bu. Sevdamın yaşadığı her yer benim memleketimdir. Sevdamın dalgalandığı her tepe benimdir. Bu yüzden sevdamı hep içimde yaşatmaya devam ettim. Zalimler karşısında yeryüzünün açlığını gidermeye, acılarını dindirmeye, çığlıklarını bitirmeye ant içtim. Öyle ki mazlumlara umut olmak, mücadele azmini canlı tutmak için ant içerim her gün.

 

    Bedenleri büyük, ruhları küçük, cesaretleri zayıf, karakterleri yok olmuş kişiler kimi kurtarabilirler ki?  Şimdi iman ve cesaretleri mutasyona uğrayan güç sahipleri hiçbir şeyi başaramıyorlar işte.  Mal, makam, para, şöhret ve zenginlik onların olsun, ben her zaman taze kalan iman ve heyecanı yeterli buluyorum kendime.  Delikanlı olmayı, delikanlı kalmayı seçiyorum. Ben yürüdükçe imanını tazeleyen, heyecanını ve temposunu artıran; yürüdükçe daha azimli, daha kararlı, yürüdükçe daha inançlı olan sevda yürüyüşünü tamamlamak için yüreğimi tazeliyorum.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsmail Okutan Arşivi
SON YAZILAR