Hani! Söz Vermiştiniz, Ona (s.a.v.)
Selamların en güzeli size olsun, ey yerde gökte övülmüş inci tanesi,
Selamların en güzeli size olsun ey ümmetin tek şefaatçisi,
Selamların en güzeli size olsun, iki cihan güneşi, günahkarların ümidi
Selamların en güzeli size olsun, Ey Nebi, ey Fahr-i Kainat, ey müjdeci
Nasıl ki, bir çocuk yükseğe konmuş oyuncağına ne kadar uğraşsa da, asla bunu başaramayacaksa işte ben de sizden bahsetmeyi asla başaramayacağımı biliyorum.
Efendim (s.a.v.), bir gelseniz, bir görseniz, size olan hasretimi dindirseniz. Hani, Uhud savaşında beni-Neccar'dan bir kadına kocasının, babasının ve kardeşinin ölüm haberini verdilerdi. Kadın; 'Peygamber ne oldu?' diye sordu. 'Ey falanın annesi, ALLAH (c.c.) Rasulü istediğin şekilde, sağ ve selamettedir' dediler. Kadın ısrar etti. Hz. Peygamberi gördükten sonra; sen hayatta olduktan sonra, hiçbir musibet bana zor gelmez demişti ya, belki bizde bir defa görsek gül yüzünüzü, acaba bir buzun, güneşin karşısında erimesi gibi utanır mıyız? Erir miyiz karşınızda? Pişman olur muyuz yaptıklarımıza; eski bir çatı katını bulaşıkçılık yapan bir kadına, üç kuruş paraya kiraya vermeyen ev sahibinin yüzü kızarır mı acaba? Çünkü aynı yüzle o, ravza-i mudahharada yalancıktan ağlamıştı.
Anneannesi hacı, babaannesi hacı, torunları Melisa'nın düğünü bilmem ne salonunda kadın erkek karma karışık, orkestra baş köşede, davetlilerin giydiği elbiseler avuç dolusu para
Bu israfı size nasıl açıklayacaklar acaba?
Yıllarını ilme vermiş, bazı ilahiyat profesörü hocaların artık işlerini güçlerini bitirip, kadın programlarındaki, şarkı yarışmalarına nasıl jüri üyeliği yaptıklarını bir görseydiniz onaylamazdınız hiç şüphesiz. Oysa insanların o kadar çok soruları var ki, o hocalara sormak istedikleri. Ama bazı hocalar çok değerli vakitlerini artık böyle değerlendiriyorlar.
Acaba, bahseder miydik size pembe dizilerin arasındaki reklamlarda, kıldığımız namazlardan bahsedebilir miydik size, yüzümüz kızarmadan
Efendim, hani bir gün, Abdullah b. Mesut(r.a)'dan size, Kur'an okumasını istediniz, o da size, İsra Suresi'ni okumaya başladı. 41. ayete geldiğinde siz çok ağlamıştınız. Bizim için mi ağlamıştınız? Ey gönüller sultanı! Oysa bizler, bir çocuğun, yükseğe konmuş oyuncağını alamayıp ona bakıp bakıp ağlaması gibi, sizi yüksek, ulaşılmayacak bir yerlere koyduk. Hiç ulaşmaya çalışmadan, sizi anlayamadan, sizi hakkıyla tanıyamadan öylece size bakıp bakıp ağladık boş yere.
Efendim onlar sizi tanısalardı, hakkıyla sizi bilselerdi hiç böyle olur muydu? Hani Yahudi bir kadın sizi öldürmek maksadıyla zehirli koyun eti getirmişti, sahabe o kadını tutup getirdi. 'Kadını öldürmeyecek misiniz?' Diye sordular. Hayır dediniz o kadını affetmiştiniz.
Sizi hakkıyla tanımamış şu kadın, birde deterjan reklamında, gömleğindeki leke çıkmış diye böylesine basit bir şeye bu kadar sevinebilir miydi acaba? Hiç sizi çocuklarına gereği kadar tanıtmamış şu adam, çekilişte kendisine bisiklet çıktı diye mutluluktan uçabilir miydi acaba?
Susuz bir insan nasıl ki, turşu suyu içerek susuzluğunu gideremezse, ben de bunu asla başaramayacağımı biliyorum. Size olan özlem, hasret nasıl kelimelere sığdırılabilir ki? Günler, geceler, seneler gelip geçti çağlar aktı, niceleri geldi geçti bu kervandan. Peki niye unuttunuz verdiğiniz sözleri?
Hani söz vermiştiniz, haksız yere cana kıymayacaktınız?
Hani söz vermiştiniz, işinize hile katmayacaktınız?
Hani söz vermiştiniz, harama bakmayacaktınız?
Hani söz vermiştiniz, kimden gelirse gelsin ve kime karşı olursa olsun, zalime karşı mazlumla beraber olacaktınız. Eee ne oldu da size, her şey böyle oldu? Acaba nerede hata yaptınız?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.