Ne demedin sen?
Genellikle yazının başlığının tersi, sosyal hayat içerisinde birbiriyle karşılaşan ve kavgaya hazırlanan iki insanevladı arasında kullanılır. "Ne dedin sen?" Tabii genellikle duyulmamasından değil de "hadi bakıyım yiyosa bi daha sölesene" demek istenmektedir aslında.
Gittikçe tahammülsüz ve hıncını birbirinden çıkarmaya çalışan bir toplum olma yolunda olduğumuzun en açık örnekleridir sanırım bu sözler ve genellikle eğer öznesi değilsek "sayınseyirci"si olarak tanıklık ederiz insanevladının binlerce yıllık gelişiminin bizi nereye getirdiğine. Çok duyarlıysak ağlarız tabii, ama ağlamanın çözüm yollarından biri olmadığı da hepimizin malumudur (acıkan bir bebek değilsek).
Aslında hep yanlış yerden girilir bence kavgaya. Bazen ne söylendiği değil de ne söylenmediğidir daha önemli olan. Mesela "çok akılsız bir insan olduğunuzu düşünmüyorum" diyorsa birisi, "az birazcık akılsız olduğunuzu düşünüyorum" demiş olabilir.
Ya da size iltifat ederken güle benzeten birisinin neden papatyaya benzetmediği de merak uyandırıcı olabilir. Acaba size "sen bakımlı güzel bahçelerinsin, şehirlisin, dağ başlarında açan yaban kokan sarı, masum, taze, duru değilsin" demek istemiş olabilir mi?
Bu konudaki gereksiz şüpheler, insanı patolojik bir rahatsızlık olan ve tedavi edilmesi gereken paranoyaklık hastalığına götürebilir. Fakat bazı durumlarda da söylenmeyenler üzerine düşünmek şarttır bence. Çünkü söyleyenin hayata bakış açısını veya doğruyu eksik söylediğini (ki yalan söylemenin bir yoludur) anlamamız gerekir.
Genellikle yaramazlık yapan afacan çocuklar bu yola sıklıkla başvururlar. Siz birşey sorarsınız, onlar size başka şeyler anlatırlar ve gerçeğin çevresinden ustaca bir manevra yaparak sıyrılırlar. Aslında onlar öyle zanneder tabii. Anne babalarının bir zamanlar çocuk olduğunu unutan çocuklar, onların bu konuda daha büyük tecrübeleri olduğunu bilemezler.
Ustaca dedim, ama çocukların sıyrılma taktiklerini masumca sayarız genelde, çok önemli konular değildir, çünkü sözkonusu olay ve ağaç yaştır henüz ve gerçekle yüzleşmeyi öğretebiliriz hala onlara.
Gelgelelim büyüklerin durumuna ki, pek iç açıcı değildirler bu konuda. Gerçek, onlar nasıl biliyorsa öyledir büyükler için. Tabanlarının altından kaymasını istemezler gerçek bildiklerinin.
Bu tür bir yaklaşım da aslında bir nebze olsun masumca görülür. Dünyanın düz olduğuna inanan insanlara aslında yuvarlak olduğunu gösterseniz elbetteki korkacaktır. Aşağıda mı yukarıda mı durduğunu bilemediğinden düşme korkusuyla, bildiği gerçeğe daha bir sıkı sarılacaktır. Halbuki önce aşağısı ve yukarısı diye bir yer olmadığını bilip öyle yaşasa kürenin neresinde olduğundan çok ne yaptığını önemseyecektir belki de.
Asıl masum olmayan ise, bilerek gerçeğin bir bölümünü veya çoğunu anlatmayanlardır. Örneğin, evimizi yeniden düzenlerken içine koyacağımız eşyalara öyle dalarız ki, bazen iç mimarlardan rica ederek içlerini onlara bile döşetebiliriz.
Aralarından çılgın bir mimar çıkıp da evinize havuz yapmaya kalkar, siz de aynı çılgınlıkla eve çok yakışacağını düşündüğünüz havuzu ve başındaki partileri düşünürken yapımına izin verseniz. Kaç metrelik bir havuz olacağını, renklerini, ışıklarını, devir daim ve ısıtma sistemini de ihmal etmeden tasarımını yapıp harika bir havuz planı yapsanız ve bu planı uygulasanız. Ne olur? Güzel olmaz. Çünkü yaşadığınız ev bir apartman dairesiyse haliniz nice olur.
Eğer alt kattakilerle birlikte yüzecek kadar aranız iyiyse bile muhtemelen bina, havuzun ağırlığını taşımaz ve çöker. Bu durumda havuzunuzun ne kadar güzel olduğunu anlatanları değil de, binanızın kaldırabileceği yükten bahsedenleri dinleseniz sizin için daha sıkıcı, ama muhtemelen daha yararlı olacaktır. Tabii daha önce siz bahsedilen havuz gerçekliğinin ve bahsedilmeyen apartman dairesi gerçeğinin farkındaysanız herhalde yaptırmazsınız.
Özellikle sanatta ve sosyal bilimlerde objektiflikten (nesnellik) bahsetmek epey zordur.
İstatistik ilginç bir alandır mesela. Sayılarla dolu bu zahmetli işi yapanlara sabır diliyorum. Fakat asıl sonuçları açıklayan kişilerin işi daha zordur. Aklınıza birçok örnek gelebilir tabii, ama mesela, evlenme oranlarına bakıyorsunuz oldukça yükselmiş son 50 senede. Birisi sadece buna bakarak insanların daha çok evlendiğini söyleyebiliyor, ama siz bakıyorsunuz boşanma sayısı da epey arttmış; üstelik 50 sene önce bu kadar insan hayatta yokmuş.
Tabii bunun araştırılması bütün değişkenlerin hesap edilmesi, sebeplerin ve etkenlerin değerlendirilmesinin daha kolay olduğunu kimse iddia edemez fakat gerçekte her zaman burnumuzun dibinde olmuyor.
Bu benzetmeyi birçok şey için yapabilirsiniz tabii. Örneğin; insanlar tarafından dikilen ağaçlar, 100 sene önceye göre oldukça artmış. Eğer yakılanları görmezseniz bu sevindirici bir haberdir.
Kötü niyetli bir politikacı da bu yönteme vicdanı (vicdansızları ve görevini yapanları saymıyorum) izin verdiği ölçüde başvurabilir. Size hep güzelliklerden ya da çirkinliklerden bahsedebilir ve tabii çirkinlikleri azaltmanın ilacının avucunda olduğunu da iddia edebilir her şey güzel, ilacın acısına gerek yok da diyebilir. Bu durumda "sayınseyirci" ne yapsın? En iyisi zahmet edip farklı kaynaklardan beslenmektir sanırım.
Bir de en masumlar vardır. Gerçeği anlatmaya dilleri yetmez. Kimse (kimse olamamışları saymıyorum burada da) dokunmaz ama onlara. Orhan Abi (şair olan), onlardan biri, demiş işte:
ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.