ŞİDDET VE İSLAM
“Barış ve esenlik” anlamına gelen “İslam” ile zulüm ve nefret yüklü bir kelime olan “şiddet”in bir araya getirilmesi kolay anlaşılır bir durum değildir. Aslında bu iki kelime, modern dönemlerde görülen algı yönetimlerinin etkisiyle birlikte telaffuz edilir hâle gelmiştir. Yerli ve yabancı kimi medya organlarınca önyargılı biçimde ve her fırsatta İslam’ın şiddetle özdeşleştirilmesi, şiddete kaynaklık eden hatta şiddeti teşvik eden bir din olarak sunulması, İslam’a dair yeterince bilgi sahibi olmayan kimselerin yanıltılmasına ve insanlığın İslam’a olan teveccühünü durdurmaya yönelik hareketlerdir
Hz. Âdem’in oğullarından Kâbil’in kıskançlıkla kardeşi Hâbil’i öldürmesi (Maide, 5/27-31.), yeryüzündeki şiddetin ilk örneğidir. Allah ile melekler arasında gerçekle- şen diyalogda yeryüzünde yaratılacak olan “halife”nin, “fesat çıkaracak ve kan dökecek biri” (Bakara, 2/30.) olarak nitelenmesi, insan denilen varlığın şiddete yakın ve yatkın olduğunu gösterir. Bu niteleme, şiddetin insanın doğasında var olan bir dürtü ya da fıtri bir özellik mi yoksa sonradan kazanılan bir alışkanlık ve tercih mi olduğu tartışmasını da beraberinde getirmiştir.
Şiddet söz konusu olduğunda üzerinde düşünülmesi gereken bir konu da, dinlerin şiddetle ilişkisi yahut ilişkilendirilmesi meselesidir. İlkel veya semavi dinlerde şiddet içeren unsurlar var mıdır? Diğer bir ifade ile herhangi bir din, şiddeti onaylamakta mıdır? Dinin temel öğretilerinde, ibadetlerinde veya uygulamalarında şiddete dayanak teşkil edecek referanslar var mıdır? İlkel dinler bir tarafa bırakılırsa, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın kutsal kitaplarında şiddet ne şekilde ele alınmaktadır? Tam bu noktada sorulması gereken soru, bu dinlerin yaşadığı coğrafyalarda karşılaşılan çeşitli şiddet olayları, dinlerden mi kaynaklanmaktadır yoksa o dinlerin müntesiplerinden mi? Günümüzde canlı örneklerini sıkça gördüğümüz şiddet olaylarının bazılarında iç ve dış güçlerin plan, proje ve provokasyonları var mıdır?
Bu çerçevede daha açık bir biçimde soracak olursak, İslam coğrafyasında görülen ve dinî argümanlarla beslenmeye çalışılan şiddet olaylarının kaynağı bizatihi İslam olabilir mi? Şiddet kapsamında ele alınan hususlarda dinî referansların rolü nedir?
Dinler ile şiddet arasındaki durum, kültür ile şiddet arasındaki ilişki için de geçerlidir. Kültür, şiddeti ne denli tetiklemekte veya tam tersine ne ölçüde teskin etmekte hatta önlemektedir? Şiddeti besleyen kültürel unsurlarla nasıl mücadele edilmelidir? Özellikle gençler arasında şiddet kültürü yerine barış kültürü nasıl tesis edilebilir? Bunu gerçekleştirebilmek için gerekli olan dinî ve sosyokültürel kodlar nelerdir?
Kur’ani ilkelerden hareketle belirtmeliyiz ki, masum bir insanın yok edilmesi tüm insanlı- ğın yok edilmesiyle eşdeğerdir. Bir insanın ölümü, insanlığın ölümüdür. Ölümler arasında ayrım yapmak insanlığa yakışmaz; katliamlar arasında ayrım yapmak insani değildir. Şiddet ve terörün seküler temellere dayanmasıyla, sözde dinî temellere dayanması arasında fark gözetmek de doğru değildir. Vahşete dayalı ölümlerin, Şam’da, Bağdat’ta olmasıyla Paris’te olmasının farkı yoktur. Dehşet ve katliamın Karaçi’de, Yemen’de meydana gelmesiyle Berlin’de, Londra’da, Washington’da meydana gelmesinin bir farkı yoktur. Dünya bu ölümlerin hepsine, şiddetin tamamına bir mezhep ve coğrafya ayrımı yapmaksızın aynı tepkiyi vermiyorsa, işte o zaman insanlık tümüyle ölüme mahkûmdur
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.