YILDIZLAR TOPRAĞA GÖMÜLMEZ.
Bir vefat haberinin beni bu kadar büyük kasvete boğacağını hiç düşünememiştim. İlk defa yaşıyordum böyle bir acıyı. Ölümün nasıl bir durum olduğunu, ölüm anında bir insanın neler hissettiğini bilmem mümkün olmasa da adeta bir beyin travması yada kalp spazmı geçirdiğimi zannetmiştim o an. İnsanların nasıl öldüğünü ya da ölümün nasıl bir şey olduğunu bilmesem de ölümün soğuk yüzünü görmüştüm adeta. Vefat haberini aldığım o an yerime çakılıp durduğumu, hareketsiz kalıp yere diz çöktüğümü, gözyaşlarımın yanaklarıma hücum ettiğini, acıların kalbimi yerinden hoplattığını hissediyordum. Bir hüzün yumağının beni içini çekip sarmaladığını hissediyordum. Kelimelerin ve lokmaların boğazıma tıkanıp yüzümü sararttığını görüyordum. İçime ani bir baskın yapan acının yüreğimi kanattığını, derin yaralar oluşturduğunu hissediyordum. Yanaklarımdan ve yüreğimden bir akıntının hızla ilerlediğini hissediyordum. Çaresiz serbest bırakıyordum gözlerimi. En sonunda gözyaşlarım hıçkırıklarımla birleşip derin bir hüzne boğuveriyordu ruhumu. Tam bunları yaşarken daha büyük bir hüzün akını başlıyordu içime doğru. Yemekten çekilip öksüz çocuklar gibi boynu bükük oturuyorum bir kenara. Daha fazla dayanamayıp hıçkırıklarımı tutamıyordum. Bir kutup yıldızı kayıp gitmişti gönlümden. Ölümden daha büyük acılar veren bir duygu var mıdır bilemiyorum ama bu acının altında ezilip kalmış, yürüyemez hale gelmiştim. Dizlerimin dermanı çözülmüştü.
O gün en acılı, en hüzünlü günümdü. Gönül dünyamın en parlak yıldızı kayıp gitmişti başka bir mekana. Fikirlerimin boşlukta, sözlerimin uçurumda kaldığını görüyordum. Bütün kelimeler anlam yitiriyordu bir anda. Allah'a sığınmaktan başka bir çarem kalmamıştı daha doğrusu çaresiz bir kul olduğumu görüyordum. Hiçbir şey anlam ifade etmiyor, aklımdaki hiçbir kelimeyi hatırlamıyordum. Bir tek sabır kelimesi imdadıma yetişiyordu. Elimden tutup beni acının, hüznün girdabından kurtarıyordu. İnna lillahi ve innaileyhi raciun beyanı içimdeki yaraları sarmaya çalışıyordu. Korkuyordum bu kadar hafakanı nasıl atacağım üzerimden diye. Hz. Osman'ın, Hz. Ali'nin teslimiyeti yanıma uğramasa aklım çıkacak, kalbim çatlayacaktı nerdeyse. Yeis koca bir dağ gibi yığılıyordu bedenimin üzerine. Keder rehin almaya çalışıyordu ruhumu. Kur'anın gölgesi olmasa, Hz. Ömer'in haleti ruhuyesi olmasa zor kurtulurdum ayrılık acısının elinden. Ne olursun ey Rabbim Hz. Ebu Bekir'in sabır metanetini dök üzerime, kalbimi suhuletle doldur ey Rabbim. Gönlümden kopup giden kutup yıldızının nerede karar kıldığını göster bana ey Rabbim.
İçime doluşan acı ve hüzünden dolayı yerimde duramaz olmuştum. Bize gülümseyerek ama en ağır yükü omuzlarımıza yükleyerek dünyamızın üzerinden kayıp giden Kutup Yıldızını'nı uğurlamaya gidiyordum. Hasret ve kasvetle ama özenle arkasından dua etmek istiyordum. Ona doğru, o alana doğru yürümek istiyorum, yürüyemiyorum bir türlü. Yüreğim titreyerek, sallanarak yürüyebiliyorum ancak. Tekbir sesleriyle uyanıp kendime geliyorum. O tekbir sesleri atılan oklar gibi saplanıyordu yüreğime. Acılar bıçak gibi yarıyordu karnımı. Hüzün ordusu askerlerini gönderiyordu üzerime. Yüreğimi, duygularımı her şeyimi teslim alıyorlardı. Gözyaşlarımla boğup tekrar dışarı atıyordum onları. Yüreğime ulaşan her tekbir sesiyle gözyaşlarım sel olup akıyordu. Bir kaç dakika geçmeden tüm duygularım ıslanıyor. Islak duygularım hafifleştiriyordu bedenimi. Kendimi hüzün kanatlarıyla birlikte boşlukta hissediyordum artık.
Ne olursun ey Rabbim ahiret gerçeğiyle, sabır ve ölümsüzlük duygusuyla birlikte ayaklarımı yere değdir. Kendimden geçmeye, isyan etmeye izin verme. Okunan Kur'an sesleriyle tekrar kendime dönüyorum. Gözyaşlarımı silmeye çalışıyorum. Aniden bir ses duyuyorum, niyet ettim meyyit için, diyordu. Bu sözler aklımı başımdan alıp yüreğimi dışarı fırlatıyor. Duygularım serpiliyor İstanbul'un toprağına. Artık bitmiş, tükenmiştim. Meleklerden yardım istiyordum, duygularımı, toprağa serpilmiş yüreğimi tekrar içime yerleştirmeleri için. Çok geçmeden tabut eller üstünde yukarı doğru çıkıyor. Bir hışımla, son bir gayretle mahşeri kalabalıkları yarıp ulaşmak, dokunmak istiyorum kutup yıldızına. Fakat heyhat, ulaşmak ne mümkün. Ulaşamasam da Kutup Yıldızını görüyordum, biz ne kadar hüzünlüysek o aynı derecede sevinçliydi. Biz ne kadar ağlıyorsak o aynı derecede gülümsüyordu. Biz ne kadar ayrılık acısını yaşıyorsak o aynı derecede kavuşma arzusuyla tutuşuyordu. Herkes onu tabutta sanıyordu oysaki Kutup Yıldızı gök âlemine doğru yükseliyordu. Ben onu görüyordum. Ey Rabbim ne olursun aklıma mukayyet ol. Bizi kutupsuz, rehbersiz bırakma.
Artık imkânsız hale gelen tabuta dokunma arzusundan vazgeçmiştim. Kutup Yıldızının gök âlemine doğru yükselip gittiğini görüyordum. Dünyamızın üzerinden geçip sonsuzluğa doğru uçuyordu. Gökyüzünde onu binlerce yıldız karşılıyordu. Yeryüzünde onu uğurlamaya gelen milyonlara karşılık gökyüzünde de onu bekleyen milyonlar vardı.
Bir gülüşün vardı senin sanki tüm baharı getirirdi yanımıza. Şimdi sensiz olmak tüm dünyayı kara kışa teslim etti sanki. Sensiz olmak bir ölümdür. Senin ayrılığınla bitlikte adeta bütün dünya boşalmıştı. Ve nihayet Kutup Yıldızının gökyüzüne doğru kayıp gitmesine şahitlik etmeye gelenlerin duasıyla gökyüzü yoğunlaşmıştı. İnsanlar Onu toprağa gömmeye çalışıyorlardı, oysaki yıldızlar asla toprağa gömülemezdi. Onların yeri belliydi; Allahumme Refikül Ala.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.