12 Eylül İhtilali yapıldığında 8 yaşındaydım. Sabah marşlarla uyandığımızı, yetişkin ağabeylerim ve ablalarım için endişelenen annem ve babamın çok sevinçli olduklarını, her fırsatta askere duacı olduklarını hatırlıyorum.
Benim bir sabah askerler tarafından götürülen ve bir daha dönemeyen bir yakınım olmadı. Hiç hapishaneye temiz çamaşır ve sigara götürmedim bir sevdiğime. İçerde işkenceler içinde inleyen bir tanıdığım da yoktu. Ama bunları anlamak için bunları yaşamak gerekmiyor. PEN Türkiye Merkezi'nin düzenlediği 6 haftalık bir kursa katılmıştım. Konuşmacı olarak Halil İbrahim Özcan gelmişti. (Çankaya'nın Duvaksız Gelini Fikriye kitabının yazarı). Bir kursiyer ihtilal sonrası 10 yıl hapishanede yattığını söyleyen yazara, o sürede mi yazmaya başladığınız diye sorduğunda Halil İbrahim Özcan 10 yıl boyunca her gün hiç ara verilmeksizin işkence gördüğünü anlatmıştı. İşkence, en büyük insanlık suçu. Karşınızdaki kişinin canını bilerek yakmak, acıtmak için uygulanan bilmem kaç çeşit yöntemi olan vahşet. Maalesef ihtilal sonrası başta Diyarbakır cezaevi olmak üzere pek çok hapishanede pek çok tutuklu ya da hükümlü bu insanlık suçuna maruz kaldılar.
Birileri öldüyse, birileri tecavüze uğrayıp işkence gördüyse, haksız yere sevdiklerinden yıllarca uzak kaldılarsa, fiziksel sakatlık ve pek çok hastalığa tutuldularsa ve bunların ötesinde hala uyuduklarında o vahşet dolu sahneler rüyalarına giriyorsa elbette buna sebep verenler cezalandırılmalı. Ama?
Ama ihtilale neden olan ortamı yaratan kişileri unutmamalı. Karşısındaki kişi farklı siyasi görüşe mensup diye sokak ortasında öldürülen tüm cinayetlerden askeri ya da kontrgerillayı sorumlu tutmak ne kadar doğru? Çorum olaylarında, Maraş olaylarında üç beş provakatörün sözüne kanan insanların hiç mi suçu yok? İnsanların hür iradeleri yok mu? Kim kimin eline silah vs verip komşusuna saldırması için zorlayabilir? Tek yolun devrim olduğuna inanan, sol yumruk havalarda dolanan, Atatürk Cumhuriyetini sosyalist ve komünist bir yönetimle değiştirme amacındaki insanların bu yol için şiddeti benimsemediklerini söylemek, arkalarındaki o zamanki SSCB nin gücü düşünüldüğünde ne kadar doğru olur? Sağcısı, solcusu, Kürdü, Türkü, yeşil sarıklısı, badem bıyıklısı o dönem herkesin kafasında kendi inandığı ideoloji ile yönetilen bir devlet arayışı, böyle bir rejim değişikliğine gitme telaşı yok muydu? Mahalleler, üniversiteler, ilçeler bölünmemiş miydi sağcı solcu diye? Bu insanların sorumluluğu yok muydu ihtilalin oluşmasında.
12 Eylül öncesi siyasi partiler, örgütler, bunların yöneticileri, üyeleri el ele verselerdi, darbe girişimi için yapılan tüm provakasyonların farkına varsalardı bugün böyle bir ihtilal ve yargılanması olmayacaktı. Oysa insanlar ayrışmanın, güç gösterisinin, hırslarının, onları yönetenlerin taktığı at gözlüğü ile dünyaya bakmanın cezasını sadece kendileri değil bir millete ödettiler.
Bu ülke son askeri ihtilalini 12 Eylül 1980 günü yaşadı. Haksız suçlamalar, yılları bulan göz altıları, tutukluluk süresi içinde hastalanan, sağlıklarını ve hatta hayatını kaybeden insanlar, kanıtlandığında sehven olan sahte deliller, köşelerinde yazmaları yasaklanan gazetelerinden kovulan yazarlar, her türlü muhalif hareket ve sözün yasaklandığı günümüzle arasında sahiden 32 yıl var mı? Yaşananlara bakıldığında bana sanki ihtilale hiç ara verilmemiş gibi geliyor, size de öyle gelmiyor mu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.