CENAZE MERASİMLERİ

Her doğan ölecektir. İlahi hakikat ve fıtri yolculuk böyledir. İnsanlar da doğar, büyür ve ölürler. İlk insan Hz. Adem’den beri bu hakikatin devam ettiğine insanlık da şahit olmuştur. Doğum esnasında yapılacak bir takım işlemler olduğu gibi ölüm anında ve sonrasında da yapılacak bir takım özel ve genel işlemler vardır. Doğumla ölüm arasında geçen süreç, ne kadar ve nasıl yaşandığına göre, bu süreç içerisinde özel işlemleri gerektiren bir çok merasim de söz konusudur. Müslüman için özel ve genel merasimlerin formunu ve formatını İlahi mesajlar belirlemektedir. Bu mesajlara ters düşmeyecek şekilde geliştirilen gelenek ve örfler de o toplumun bir takım işlemlerinin formunu oluşturmaktadır. Müslümanın hayatı Kur’an ve Sünnet çerçevesinde şekillenir. Yaptığı iş ve işlemler, merasim ve etkinlikler ya söz konusu ilahi değer ve mesajlardan beslenir veya beşeri olarak geliştirilir ama bu ilahi mesajlara ters düşmez. İsyana ve inkara konu olacak hiçbir merasim ve etkinlik, iş ve işlem Müslümanın fert ve toplumsal hayatında yer almaz.

Toplumumuzun ortak olarak uyguladıkları ve genel olarak da tüm insanların katılmaya çalıştığı etkinlikler düğün ve cenaze merasimleridir. Düğünler sevincin paylaşılması, cenazeler kedere ortak olmak için fırsattır. Düğünlerde mutluluklar temenni edilir, cenazeler de taziyeler sunulur. Her iki merasim de etraftaki insanlarla anlam kazanır. Konu komşunun, dost ve akrabanın, arkadaş ve kardeşlerin bu merasimlere katılmaları, merasim taraf açısından çok anlam ifade eder. O kadar ki; gerek düğün etkinliğinde gerekse cenaze merasiminde, merasimin tarafı düşmanlarının bile etkinlikte ve merasimde olmasından memnuniyet duyarlar. Düğüne davet üzere gidilmesi esasken, cenaze için böyle bir toplumsal kural söz konusu değildir. Cenaze merasiminin duyulup, bilinmesi katılmak için yeterlidir. Her iki merasime katılmak da Müslümanın Müslüman üzerindeki haklarındandır.

Cenaze merasimlerinde geçmişte daha çok geleneksel bir format uygulanırken, şimdiler de çok daha bireysel katılımlar ön plana çıkmaktadır. Buna rağmen cenazenin defin sürecinde yapılacak iş ve işlemlerle ilgili sorumluluklar geçmişten beri aynı duyarlılıkla devam etmektedir. Cenazenin yıkanıp kefenlenmesinden, kabre götürülüp defin edilmesine kadar geçen süreçte yüz yıl önceki hassasiyet nasılsa şimdi de aynı devam ettiği görülmektedir. Hz. Ademin büyük oğlu Kabil’in kardeşi küçük oğlu Habil’i öldürmesiyle başlayan dünyadaki ilk cenaze merasimlerinin formunu, o olayda rivayet edildiğine göre, bir karganın diğer bir kargayı öldürdükten sonra, toprakta bir kuyu açıp oraya gömmesiyle başlamıştır. Bu uygulamanın ana formu Peygamberler döneminde de güncelleştirilerek bu güne kadar ana formu değiştirilmeden devam etmiştir.

Defin süreci esnasında her bir sorumluluk önem arz ederken, bunlar içerisinde kabrin hazırlanması daha da önemli bir duyarlılık gerektirmektedir. Kabrin uzunluğunun ölen kişinin uzunluğu kadar, genişliğinin uzunluğun yarısı kadar, derinliğin ise ortalama bir insanın boyu kadar, yani 170 cm olması genel bir uygulamadır. En düşük seviyenin, göğüs boyuna kadar(150 cm) olması zorunluluk gibidir. Bedenin çürürken ortaya çıkaracağı kokunun rahatsızlık vermemesi ve  fark edilen koku nedeniyle farklı canlıların mezarı eşmelerinin önüne geçmek için bu derinliğe riayet edilmesi önemlidir.  Bu ölçülerin sünnet olduğu rivayeti de vardır. Kadınların kabrinin daha derin olması ise özel bir uygulamadır. Hem kadınların mahremiyetine saygıdan, hem de yıllar sonra yapılacak bir incelemede (geçmiş dönemler için) kabrin kadına mı erkeğe mi ait olduğunun kolay anlaşılması içindir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sami Kesmen Arşivi
SON YAZILAR