Çikolata, her derde deva
Bütün kaleleri yıkılır mı bir insanın! Sizce? Sizce sandalyenin dört ayağından sadece birinin kırılması dengemizin bozulması için yeterli midir yoksa? Zaman zaman hepimiz fabrika çıkış ayarlarımıza dönmeye ihtiyaç duyarız. Çünkü bir şekilde iyiye gitmiyoruzdur bazen ve o kadar savunmasız bir anımızı yakalar ki rüzgâr o koskoca kumdan kalemiz dağılır. Bizde sadece seyirci kalırız olan bitene. Evet, rüzgâra gücümüz yetemeyebilir ama kalemizi çevreleyebilirdik, kendimizi çevrelediğimiz gibi bir duvarla. İşte bunu yapıyoruz biz! Her zaman kendimizi korumak için duvar örüyoruz insanlarla aramıza. Asla fazla yaklaştırmıyoruz kendimize, bizi dağıtamasınlar rüzgârlarıyla diye.
Yolda gördüğümüz yanımızdan geçen her üç kişiden biri depresyondaymış. Büyük olasılıkla üçün birinin bize denk gelme şansı yüksek(!) Kalelerimizi biz mi yıktırıyoruz bu insanlara? Yoksa mesafe koyabiliyor muyuz aramıza? Hatta geçende kafama şöyle bir soru geldi ki bu konuyla çok alakasız. Soru şu; birbirimizle ne üzerine ilişki kuruyoruz? Sadece çıkar mı sadece sevgi mi? Konudan konuya atlamakta bir belirtiymiş bu arada psikologlar öyle söylüyor: )
Bu hafta da siz moral verin bana. Rolleri değişelim, ne olmuş. Konuyu siz güzel bir yere bağlayın, benim içim açılsın? Hepimiz gün içinde ne rollere bürünüyoruz değil mi? Ben bile rol yapıyorum size. Aslında hiç tadım yokken bile moral verici şeyler söylüyorum. Gerçekte size değil o laflarımın hepsi kendime. İtiraf bir! Biraz daha "ben" odaklı konuşmalara devam edersem çocukluğuma inmeye başlayabilirim. Ama ortak bir paydada buluşmamız gerektiğinden "biz" odaklı konuşmalarıma geri dönüyorum. Ben avuturum kendimi. Sizin bir şey becereceğiniz yok: )
Birinci paragraftan itibaren devam ediyorum farz edin. Hani hayattan nefret ederiz ya bazen, hani gözyaşlarımızı bile saklarız ya kendimizden, hani boğazımıza kadar dolmuşuzdur da, ne bir damla dahi taşıracak haldeyizdir, ne de bir damlaya daha tahammülümüz vardır. Sırtımızı döneriz bizi sevenlere bile, sabahları yüzümüzü yıkarken aynayla göz göze gelmemeye dikkat ederiz, bilhassa biz kaçırırız gözlerimizi, dondurmaya, çikolataya dadanırız, ,aşk filmleri izleriz bayılana kadar, sabahları kendimizi bitirene kadar koşarız ki enerjimiz kalmasın düşünmeye, bütün sinirimizi denize bir taşla atarız VE ardından bir gün bir anda kendiliğinden, oturup düşünmeye başlarız sonrasını Sonrası Biz bu noktaya nasıl gelmiştik? Biz nerde yanlış yapmıştık?
Aklımız çoktan başımıza gelmişti belki ama iş işten geçmişti, kafamızı taşlara vurmak boşuna artık. Aslında yaka silmekten bıkmışız biz, uzak dursun en iyisi bile istemiyoruz. Biz kendimize yeteriz nede olsa. Değil mi? Öyle değil işte!
Sudan çıkmış balık olayını aynen böyle yaşarız anlayacağınız. Bu şokla kendimize geliriz. Yediğimiz çikolatalardan mı artık bilinmez kafamız hızla çalışmaya başlar. İç sesimiz aynen şunu söyler ve fonda yankılanan bir ses halinde tekrarlanır. "Ne kadar aptalım!".Tabiri caizse jeton düşmüştür, ampul bir anda yanmıştır, şimdi dank etmiştir her şey. Nemi yapacağız? Tabi ki yapmamız gerekeni. Hepimiz ne yapmamız gerektiğini çok iyi biliyoruz. Peki, kaçımız yapabiliyoruz? Bütün yollar başka yan yollara çıkıyor. Sende bir yol ağzındasın. Tabelanın birinde "Ne kadar aptalım" yazıyor, diğerinde "En azından denedim" .Seçimse senin. Sen hangi yoldan gideceksin peki?
Öyleyse, bu günün özlü sözü şu olsun;
" İmkânsızlıkla mümkün olan arasındaki fark insanın kararlılığında yatar. "
Tommy Lasorda