DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR

Dünya üzerindeki dinlerin kadınlara ve çocuklara yönelik şiddete etkisi var mıdır? Şiddeti, güçlü olanın güçsüz olana sözel, fiziksel veya ruhsal olarak uyguladığı baskı ya da zor kullanma olarak tanımlayabiliriz.

Bugünün dünyasında, özellikle kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, büyük bir tartışma konusu yaratmaktadır. Peki, bu şiddete ne sebep oluyor sizce? Özellikle neden kadınlara ve çocuklara yönelik? Kadınların ve çocukların genellikle bir erkeğe bağlı oluşu mu yoksa fiziksel anlamda bir erkeğe göre yetersiz oluşu mudur bunun nedeni? Şu anda Türkiye'de yolda gördüğünüz herhangi birisini çevirip, “Türkiye'de kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet oranı neden bu kadar yüksek?” diye sorduğunuzda cevaplar bizi; Türk toplumunun eğitimsiz oluşuna, ataerkil bir kültürden gelişine, bağnazlığına ve hatta benimsemiş olduğu dine kadar götürecektir. Bu tamamen bir yanılgıdır aslında... Başka bir yanılgı ise dünya genelinde kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin, en fazla müslüman çoğunlukta olan doğu toplumlarında olduğu, en azının ise Hristiyan çoğunlukta olan Batı toplumlarında olduğu yanılgısıdır. “Eee ama bugün, kadınların araba kullanmasının yasak olduğu, erkeklere tanınan birçok hakkın tanınmadığı doğu toplumları mevcut, batı toplumlarında böyle bir durum yok! Kadınlar orada çok özgür, istedikleri gibi giyinebiliyorlar, istedikleri saatte dışarı çıkabiliyor ve hiçbir sorun yaşamıyorlar. Bireyin kararlarına, özellikle de kadınlara ve çocuklara karşı büyük bir saygı ve sevgi mevcut,” dediğinizi duyar gibiyim... Evet tabii ki, maalesef bu gibi ayrımlar hala mevcut! Dünya ortalamalarına bakıldığında, kadına ve çocuğa yönelik şiddet oranının, Hristiyan çoğunlukta olan ülkelere göre diğer dinlerin mensup olduğu ülkelerden daha az olduğu tespit edilmiştir. Peki, sebebi nedir? Hristiyan olmaları mı? Ben hiçte öyle düşünmüyorum! Gelin bu konuyu biraz daha detaylandıralım:

Hristiyanlığın kutsal kitabı olan İncil'in sayfalarını çevirdiğinizde kadınlarla alakalı bir bölümde: “Kadının öğretmesine ya da erkeğe egemen olmasına izin vermem. Kadın sessiz kalmalı,” diyor. Hristiyanlık tarihine baktığımızda kadınlar kilisede konuşamaz, eşlerine bir şey soramaz, ancak eve vardıklarında akıllarına takılanları dile getirebilirlerdi: “Gençlere kardeşin gibi, yaşlı kadınlara annen gibi, genç kadınlara her bakımdan tam bir ruhsal paklıkla kız kardeşin gibi davran. Bir kadına içinden istek duyarak bakan herkes o an yüreğinde onunla evlilik dışı cinsel bağlantıya girmiştir. Eğer sağ gözün seni suç işlemeye sürüklüyorsa, onu çıkart ve kendinden at.” Mesela Hristiyanlık zinaya da çok katı bir şekilde karşı çıkan bir dindir fakat bugün dünya genelinde evlilik dışı cinsel ilişki oranı en fazla Batı toplumlarında yaygınlık göstermektedir. Ek olarak kadınlar kapalı olmalıdır. Yani özet olarak bir ataerkillik görüyoruz. Bugünün dünyasına baktığımızda ise böyle bir toplum görmemekteyiz; aksine, kadına tanınan haklar bağlamında karşımıza ilk olarak Batı toplumları çıkmaktadır. Müslüman çoğunlukta olan baktığımızda ise Türkler olarak hep tartıştığımız; “Eğer karınız size serkeşlik ediyorsa, öncelikle öğüt verin, sonra yataklarında yalnız bırakın, hala devam ediyorsa hafifçe vurabilirsiniz,” diye bir ayet söz konusudur. Bunun kadına yönelik şiddete bir kapı araladığı görüşü de son derece yaygındır. Bu tartışmayı birçok kez ele alan feministler çok gariptir ki yine de müslüman oluşlarından vazgeçmemişlerdir. Ama yine de İslamiyet’te de bir ataerkillik mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Hinduizm'e baktığımızda, eğer evliyseniz ve kocanız sizden önce ölüyorsa kendinizi yakmak durumundasınızdır. Hatta kızlar ergenliğe girene kadar köpekle evlendirilirler ve köpeğin onu yetişkin bir insan oluncaya kadar koruyacağı düşüncesine inanılır. Hindiuzim'de de yine bir ataerkillik söz konusudur. Bu gibi örnekleri göz önünde bulundurduğumuzda genel olarak bütün dinlerde bir ataerkilliğin söz konusu olduğunu görebiliyoruz.

Peki, bütün dinlerde bir ataerkillik söz konusu ise, dünya üzerinde kadına şiddet oranlarının bir yerde fazla ya da az olmasını bize benimsemiş olduğu dinler göstermemektedir. Yine de bugün baktığımızda Hristiyan çoğunlukta olan batı toplumlarının; kadın-erkek eşitliğini, kadına şiddetin azlığını, çocuk istismarını, toplumsal cinsiyet rollerinin getirdiği bir takım sorunları aştıklarını görmekteyiz. Peki, bu durum nasıl oldu? Hristiyan çoğunlukta olan Batı toplumlarında başta kadın ve erkeğin sınırlarının net bir şekilde çizilmiş olduğunu görürüz; 12. ve 13.yy'da Fransa'da doğmuş olan Feodal dönem bunun en güzel örneğidir. Hristiyanlık kadın ve erkeğin eşitliği konusunda savunmasının yanında, yine de kadını ikinci planda tutuğu noktalarının olduğundan bahsetmiştik. Kadın ikinci plandadır. Miras babadan oğula geçer, evde söz sahibi yalnızca erkek olurdu, kadın sadece erkeğine kadınlık görevini yapmak ve çocuklarına bakmakla yükümlüydü. Hatta erkek çocukları ve karısı üzerinde zor kullanarak efendileşebiliyordu. Bu dönemde zorla, erken yaşta evlendirmeler, erkeğin aile içerisinde uyguladığı şiddet son derece fazlaydı. Kadın, hem emek gücü hem de cinsel bir obje olarak görülmekteydi. Ne yazık ki bu anlayış, Japonya ve Avrupa'nın birçok bölgesinde 500 yıl boyunca uygulanmaya devam etmiştir. Feodal dönemden sonra batılı toplumların 18.yy'da geçirdiği devasa bir sistem söz konusudur: Kapitalizm… Sanayi devrimiyle birlikte fabrikalarda çalışacak işçiye ihtiyaç duyulmuş; çocuk, erkek, kadın, yaşlı, genç herkes fabrikalarda çalışmak zorunda kalmıştı ve kadın ister istemez zorunlu olarak iş hayatında yerini almaya başlamıştı. Kapitalizmin getirisi olan bireycilik anlayışı da insanların yaşantılarında büyük değişikliklere neden olmuştu. Artık insanın doğasında kendisi vardı ve özgür bir varlıktı o; istediği her şeyi elde edebilir, kendi zevkleri ve istekleri doğrultusunda hareket edebilirdi. Kapitalizmin öncesinde 17.yy Aydınlanma felsefesinin de getirileri ve otuz yıl savaşlarının etkisiyle dini dogmalar bir kenara bırakılarak bilime olan inançta artma görülmüş ve büyük kitlelerce kiliseye olan inanış azalmaya başlamıştı. Yani bu toplumlarda dinin önüne geçebilecek noktaların yavaş yavaş oluşmaya başladığını görebiliyorduk. Durum böyle olduğunda insanların tam olarak neye inanacakları konusunda fikirlerini yitirmeleri, dinin öğretilerinin gücünün zayıflaması kaçınılmaz olmuştur. Bu sebeple kadının çalışma hayatına bu kadar hızlı girmesi onun ekonomik yönünü de arttırmış, birçok hakkı hukuki olarak da elde etmesi bu doğrultuda kaçınılmaz olmuştur.

Fakat bu bilgiyi her Batı toplumu için söyleyemeyiz. Mesela dünyada kadına şiddet oranının en fazla olduğu yerin Danimarka olduğunu, İngiltere’de 100.000 civarında sex işçisinin olduğunu ve bunun %20'sini erkeklerin oluşturduğunu, Amerika'da cinsel kimliği yüzünden birisine ateş etmenin 29 eyalette yasal olduğunu, çocuk cinsel istismar sitelerinin en yaygın olduğu ülkeler arasında; ABD, Hollanda, Kanada, Fransa ve Rusya olduğunu biliyor muyuz? Aynı şekilde Türkiye Müslüman çoğunlukta bir ülkedir ve Doğu toplumudur. Suudi Arabistan’a baktığımızda o da Müslüman bir ülkedir ve Doğu toplumudur, bugün hala Suudi Arabistan’da, kadınların araba kullanması dahi yasaktır. Her Batı toplumunda kadına ve çocuğa yönelik yaklaşım aynı olmadığı gibi her Doğu toplumu içinde böyle bir durum geçerli değildir. Bu da demek oluyor ki bir toplumda kadına ve çocuğa yönelik şiddeti o toplumun benimsemiş olduğu din ile açıklamak yanlış olacaktır. Bu doğrudan, o toplumun kültürü ve gelişmişliği ile orantılıdır. Hindistan ise bugün yazılımda dünya lideri olma yolunda ilerlemekte ama kadına yönelik tutumların çok da pozitif olmadığını görmekteyiz, başka bir açıklamayla çocukların sex okullarında büyüdüğü bir ülke ne kadar gelişmiş sayılabilir? Sayılabilir mi? Bu da bizi başka bir soruya götürecek kapıdır sadece...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Firuze Geçer Arşivi
SON YAZILAR