Elveda Ağustos!

Yazı yazmak bir tutkudur. Güzel bir bağımlılıktır. Cüneyt ARKIN"ın gerdek gecesine tercih ettiği geyik sesleri gibi bu yazı tutkusu da yazarları çeker koparır kalabalıktan, uykudan.

   Avcı bir tüketici ve kıyımcıdır. Yazar ise üretici ve doyurucudur. Gözüyle tespit ettiklerini kalemi vasıtasıyla insanlara aktarır. İnsanların görüp de fark edemediklerini. Bilip de ayırt edemediklerini.

   Üç ayların başladığı ay olan haziranın son gününü yazdığım yerdeyim. Şimdi o üç ayların üçüncüsünün üçte biri de bitti. Mübarek Ramazan ayındayız.

   Sahurdan sonra uyuyamadım. Seyretmeye ve yazmaya başladım. Karşı köyler yerindeydi. Yeşillikler tazeliğini yitirmek üzere. Sararan yapraklar sonbaharı müjdeliyor. İnce mısırlar kesilmiş, küme küme toplanmış. Bir an göz yanılması oldu. Olanı başka gördüm. Mısırları ekin sandım. İçim belki iki ay öncesine gitmek istiyordu. Dolu dolu yaşadığım bu dönemi bir daha yaşamak istiyordum. Hemen kendime geldim. Geçen zamanın, koskoca iki yaz ayının hüznünü yaşadım. Bu ayda esen rüzgâr, bu hüznü içime taşıyordu zaten. Güneş ışıkları yakmıyordu artık eskisi gibi. Koyunlar aynı yaylaklarda yayılıyordu. Başlarında çobanları var. Köpekler yine sabah mesaisi yapıyor. Yine aynı insanlar işe gidiyor. Yine tren geçiyor. Saat ilerledikçe sabahın büyüsü ve gizemi yine kayboluyor. Hayat devam ediyor. Öleniyle doğanıyla. Hastasıyla sağıyla…

   Haziranda vadettiğimiz gibi temmuz ve ağustos aylarını dolu dolu geçirdik. 2 Temmuzdan başlamak üzere Ramazan"a kadar Hakan KIZILTAN ile sabah 5"ten 6.30"a kadar yürüdük. Sonra kitap okuduk. Yazı yazdık. Üzerimize güneş doğmadı çok şükür. Yoldaki parke taşlarına çizdiğim çentikler, yağan yağmurla yok olsa da defterimdeki notlar duruyor.

   Sözde Karadeniz çocuğuyuz ancak deniz suyu görmeden geride bıraktık bu yazı. Kırlara çıktık birkaç kez. Bu defa güneşe sırtımı dönmüyorum. Karşı karşıya oturmuşuz güneşle. O gökyüzüne kurulmuş, ben balkondayım. Yakmıyor beni. Işıkları eğik ve güçsüz geliyor. Şemsiyemi dahi açma gereği duymuyorum. Artık gölgelik yerleri değil, güneşli yerleri tercih ediyorum. Artık üşüyorum. Yaylalar soğuk. Üşüyorum. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu"nun da dediği gibi. Her şey kendi dilince zikirde. Fıtratlarına ve doğallıklarına uygun davranıyorlar. Allah"ı anıyorlar. Kuşlar cıvıldaşıyor. Köpekler havlıyor. Ağaçlar ellerini, kollarını sallıyor. Bir hareketlilik var dışarıda. Durana ekmek yok bu dünyada. Her şey doğal. Bu doğallığı tek insanoğlu bozuyor.

   Yanımda Akçaabat"tan yazar Abdullah TÜTÜNCÜ"nün hediye ettiği fındıklar var. Ona da selam olsun! Eski hesaba göre yarısı yaz, yarısı kış olan ağustosun eskilere göre yaz bölümü bitti. Kış tarafına geçtik. Bizim hesaba göre ise ağustos bitti. Hazan ayı eylül geldi. Eylül de hayatımızın bir parçası. Belki hayatımızın eylülündeyiz. Her anın farklı güzelliği var. İnciri, kara üzümü, beyaz üzümü olmasa, fındığı, armudu, elması… olmasa eylül ne kadar acı verirdi değil mi? Allah her anın güzelliğini vermiş. Ramazan, eylülü taçlandırmış. Üç yıl daha eylülle Ramazan"ın yolları kesişecek. Bir daha bu anları beklemek için aradan 33 yıl geçmesi gerekecek. O zamana kim öle kim kala. Sağ olanlar bu yazıyı okurlar. Ölenlere dua etmeyi unutmasınlar. Ey güzel ağustos! Bittin ve gidiyorsun. Sana elveda!

Not: Bu yazıyı okumadan önce “Güle Güle Haziran” adlı yazıyı okuyunuz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsa Abanoz Arşivi
SON YAZILAR