Kaygı
Derin bir konu olduğunun farkındayım fakat bir köşenin bahsedebileceği kadar değinmek istediğim bir konu; kaygı.
Kaygı duymak sık sık korkmakla karıştırılan bir duygudur. Oysa kaygı ve korku birbirinden oldukça farklı iki şeyi anlatmaya çalışır bize.
Psikoloji kitaplarından hatırladığım kadarıyla, korku; karşımızda bize zarar verebilecek bir şey olduğunda, somut olarak bizi tehlikeye düşürecek bir durum karşısında hissedilen bir duygudur. Yani korktuğumuzda karşımızda cidden bir tehlike vardır. Vücudumuz bu duruma stresle yanıt verir. Stres esnasında vücut terler, ısısını dengeler, kendini hafifletmek için fazlalıkları boşlatır, kaslar kasılır. Çünkü kaçması veya kavga etmesi gerekecektir. Haliyle bu durum vücudumuzun normalden daha fazla çalışmasıni gerektirir ve bu da onu daha fazla yorar.
Bütün bu işlemleri gerçekleştirmek için beyinimiz de haliyle daha fazla enerji tüketir, bir sürü hormon salgılar. Bu hormonlar her nasılsa bazı insanlarda bağımlılık yapar ve kendilerine yapay korku ortamları hazırlamak ister. Bunun en zararsız yapılabileceği ortamlar da popüler iki sanat dalı olan korku filmleri ve kitaplarıdır.
Edebiyat ve sinemada korku örneklerinin incelenmesi üstüne yazmak, biraz bu yazıyı aşan bir durum olduğundan Stephen King'in korku romanlarını ve Alfred Hitchcock'un filmlerini anarak geçelim. Hitchcock'tan bahsetmişken şunu da belirtmek yerinde olur; korku filmleri zaman geçtikçe daha fazla gerçekliğe yaklaşmaya çalışmış sonra gerçeklikten tamamen kopmuş ve sonra gerçeği alıp eğip bükerek insan ruhunun derinliklerinde korku hissini yaratmaya çalışmıştır bana göre. Neden insan gidip böyle filmleri seyreder? Korkmak için bir de üstüne neden para verir? Bence bu soruların cevabı insanın kontrollü bir şekilde bu duyguyu belli bir ölçüde yaşama isteğidir. Çünkü ani gelişen kalp rahatsızlıkları dışında ve okuduğunun veya izlediğinin gerçek hayat olmadığını kavrayabilecek olgunluktaki hiç kimse somut bir tehlike yaşamaz.
Son dönem Japon filmlerinde teknolojinin sıkça kullanılmasının ve beğenilip aynı filmlerin Holywood tarafından tekrar çekilmesinin gerekçesi sanırım mevcut çağla (teknoloji) insanlık durumları arasında fantastik bağların çok kolay kurulabilir olmasıdır. Çünkü teknolojik gelişme bazen insanları o kadar şaşırtmaktadır ki her an zaman makinesi icadı bekleyen insanlar vardır (bence boşuna beklemeyip bugünümüzü güzel yaşayalım). Sinemada yaratılan fantastik dünyada aslında kaygılarımız üzerinden korku duyguları tetiklenmekte ve korkma halini yaşamamız sağlanmaktadır. Bu noktada kaygıdan bahsetmek istiyorum ama teknoloji ve korku demişken zaman zaman teknolojinin kendisinin gerçek, ciddi, somut bir korku nedeni olabildiğini de hatırlatalım. Küresel ısınma, nükleer silahlar, dünya çapında salgınlar bu nedenlerden bazılarıdır.
Şimdi kaygıya geçelim. Kaygı kişinin aslında o an varolmayan ama varolmasından endişe ettiği veya kafasında canlandırdığı durumlardan korktuğunu zannetmesidir. Psikolojik tahliller yapmaya çalışmadığımı, yalnızca genel bir bakış açısı vermeye çalıştığımı hatırlatayım. Çünkü biliyorum ki bu konular hakkında ciltlerce kitaplar vardır ve benim bahsettiğim kadar basit değildir açıklamaları: Merak edenler bu konuda kitap bulma sorunu yaşamayacaklardır.
Yani kaygı duymak için o an verili bir durumda somut bir tehlike olması şart değildir. Sadece hayal etmek, öyle zannetmek bile yeterli olabilmektedir. Kaygı da tıpkı korku gibi vücudumuzun tepki vermesine ve stres yaşamasına neden olmaktadır. Fakat korku durumu geçtiğinde normale döner vücudumuz. Oysa kaygı uzun süreli bir histir. Sınavı başaramama kaygısı, sınav olup bitene kadar devam edebilir ve insanı öyle uzun süreli yorar ki gerçekten sınavla karşılaşma anındaki korku, bu kaygının yanında hiçbir şeydir.
Hayatımız boyunca birçok şeyden dolayı kaygı ve korku hissetmişizdir. -Sınav kaygısı, iş bulamama ya da işten atılma kaygısı, anlaşılamama kaygısı, reddedilme kaygısı, bize yalan söylenmesinden duyduğumuz kaygı, görünüşümüzle ilgili kaygılar, topluluk önünde konuşma kaygısı, yazımın beğenilmemesi kaygısı vb.-
Sanırım ülkemizde en çok hissedilen iki kaygı işten atılma ve sınav kaygısıdır. İkisi için de oldukça geçerli nedenler olduğu düşünülebilirse de aslında somut durumda bir kere yaşayacağımız ve belki de başarıyla atlatacağımız bir durum hakkında sürekli tersini düşünerek kendimizi gereksiz karamsarlığa kaptırmak bazen yapabileceğimiz şeyleri bile yapamamamıza neden olmaktadır. Sınavlar yaklaşırken (ÖSS,OKS,SBS) bence aileler özellikle çocuklarını ve kendilerini kaygı durumlarına karşı bilgilendirmeli ve tıpkı hastalanmak istemeyen bir insan gibi hasta olurum kaygısı taşıması yerine, hasta olmaktan korkuyorsa terlediğinde soğukta durmamayı öğrenmesi gerektiği gibi. Tabi hasta olduysa da o duruma göre davranması; dinlenip, ilaçlarını kullanması gerekir. Oysa sırf bu yüzden (hastalık kaygısı) kendine hayatı zindan eden bir sürü insan vardır.
Kaygıyla ilgili kitaplar ve sinema filmleri var mıdır? Evet vardır ama, kaygı sineması gibi bir sinema türü oluşmamıştır. Kaygı, korku kadar çok satmaz. Çünkü ironik bir şekilde daha gerçek bir durum seyredilmek istenmemektedir. Fakat felaket filmlerini de bu kategoriye sokarsak bazıları iyi gişe hasılatı elde etmiştir (Yarından Sonra vb.). Ayrıca bir bütün kitabı veya filmi kaygı üstüne kurmak sanırım zordur. Çünkü insan gün içinde bir sürü duygu yaşar ve gerçekleri anlatan her kitap, her film, bazen insanların mutlu olduğunu, bazen korktuğunu, bazen sevindiğini ve tabii ki bazen de üzüldüğünü anlatır. Bu da hepimizin yaşadığı hayat olduğu için kimse kendi hayatına bakmak istemez. Sıkıcı gelir. Habire parlayıp sönen ışıklarla veya yüksek sesli bir müzik eşliğinde seyredilen bir film elbette herkese daha ilginç gelir; ama sinema salonunda ışıklar yandığında uyanmanız gerekir.
Tiyatro sanatının bu konuda daha özgür olduğunu düşünüyorum; hem yazılı hem görsel bir eseri önünüze getiren tiyatro, sinemaya göre bütün kısıtlı imkanlarına rağmen değişik tarzları deneyebilen bir sanat dalıdır. Seyirciye bir oyun seyrettiğini sık sık hatırlatabilen örneklerinin yanı sıra, bizi yine de oyuna çeken oyunları seyretmek kendimizi izlemek gibidir. İzledikçe peşine düştüğümüz ruhumuzu daha yakından görürüz ve bazen o ruh tiyatro sahnesinde beş metre uzağımızdadır. Sanırım en güzel yanı da budur.
Kaygılardan uzak, korkularımızın başarıyla üstesinden geldiğimiz ve kendimizi bize gösteren dostlarımızdan çekinmediğimiz bir hayat dilerim hepimize. Kitap, oyun ya da sinema dostlarımızı yalnız bırakmayalım ki bir gün onlar da bizi bırakmasın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.