Kayıp
Bir şeyleri kaybetmek için sanırım önce sahip olmak gerekir. Nelere sahip olduğumuzun bir listesini yapmaktansa sınıflandırmak daha kolay galiba. Öncelikle sahip olmakla mülklere sahip olmayı kastetmediğimi belirtmem gerekir. Sahip olduklarımızı; eşyalar, insanlar, diğer canlılar ve iç dünyamız olarak sayabiliriz.
Bunlardan hangilerini kaybetmenin bize daha çok zarar vereceği, büyük ihtimalle hangilerinin bizim hayatmızda nasıl bir yeri işgal ettiklerine bağlıdır.Fakat nefes alıp veren birilerinin aramızdan ayrılmasıyla kaybedilmeleri herkesi en çok acıtandır.
Bazen kaybettiğimiz şeyleri aramadığımızda daha kolay bulduğumuzu farkediyorum. Bu kayıp işinin en ümit veren yanı, aramaya değecek kadar bulma ihtimalimizin canlı olmasıdır. Aranan kayıp anahtarlarınız ya da aşk olabilir, ama bu satırların yazarının da tecrübeleriyle sabit olduğu gibi ikisi de aranmadığında daha kolay karşınıza çıkar.
Bir de kendini kaybedenler vardır ki; en ağır arama yükü, onların omuzlarındadır. Geçmişte yaşanan acı tecrübeler, hayatta yaşanma ihtimali olan kötü şeyleri kesin olacakmış gibi kafaya takmalar (kötümser de deniyor), yapılan hatalarla yüzleşememeler, zihinsel rahatsızlıklar gibi birçok şey sanırım kendimizi kaybetmemize neden olur.
Öyle zamanlarda bizi hayata geri döndürecek bir öpücük, bizi çekip çıkaracak bir el yoksa, yani kendi başımızın çaresine bakmak zorundaysak.Ve fakat kendi göbek bağımızı da kesemiyorsak, işte o an hissederiz kaybolduğumuzu ve yolumuzu yeniden bulmamızı sağlayacak şeylerin açlığının midemizde yarattığı krampları.
Aramak, bazen tek başımıza bazense başkalarıyla beraber yapılabilecek bir faaliyet olmakla beraber aramanın yapıldığı şartlar daha önemlidir.
Kendinizi ararken elbette yolunuza birçok engelin çıkması normaldir, çünkü aksi halde zaten kendinizi neden kaybedesiniz. Kendinizle aranıza giren şeyler günlük hayatınızda; işiniz ( koşturmaktan bazen isteklerinize, ailenize zaman ayırmayı bile unutabilirsiniz), sahip olduğunuz eşyalar (sahip olduklarınızın siz olduğunu sanıp kendinizi arabanızla özdeşleştirebilirsiniz) olabildiği gibi görünmeyen canavarlar nereden gelip nereye gittiği belli olmayan insanlar, arada bir kulaklarda uğuldayan bir ses, kaynağı belirsiz bir duman da olabilir. Pek doğaldır ki (normal demek lazım aslında); canavarlı hikaye, daha ilgi çekicidir, meşhur olmuştur ve arama işini ilginç bir hale getirmiştir.
Aslında kendinizle aranıza giren ve bazen sisler içinde göremediğiniz ruhunuzun kaybolmasına neden olan en kötü şey, sanırım, gerçekte ihtiyacınız olmayan şeyleri varmış gibi gösteren reklamlar sayesinde (burada yazan kişi tanıtıcı faaliyetlerden çok, aldığınızda hayatın özünü satın alacağınızı zannettiren reklam türünden bahsetmektedir ki; bazıları şikayet üzerine yayından bile kaldırılmıştır), o şeyleri satın alamama kaygısıyla aslında seçme şansınız olduğu halde (ki bazen vardır) sizden bütün hayatınızı isteyen kariyerler peşinde ömrünüzü (sanki birkaç tanesine sahipmişsiniz gibi) tüketivermenizdir.
İşte bu arama ve bulmaya çalışma işleri o kadar ilginç olmuştur ki ; "kayıp" (Lost) diye bir dizi çekilmiş ve gezegenimizde yaşayan yüzlerce farklı kültürden, yaştan, sosyal aidiyetten insanların ilgisini üzerine toplama şansını yakalamıştır. Belki de sadece "araf"ta olup da "arafta olduğunu bilmeyen ruhların" bir türlü dünyayı bırakmamaya çalışmalarını anlatan bir dizidir.
Herkes, her şeyi kendine göre sebeblerle seyredebilir ve anlamlandırabilir tabi, ama dizinin bende çağrıştırdıkları bunlar.
Ve her zamanki gibi bu kadar laf edeceğine
"uzun ince bir yoldayım
gidiyorum gündüz gece
bilmiyorum ne haldeyim
gidiyorum gündüz gece "
desene deseniz, ne kadar haklı olduğunuzu anlatamam kimseye ve hatta kendime bile.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.