MÜTEMADİYEN AŞKLA YÜZÜNE BAKMAKTIR DAVAM HER YÜZDE SENİ BULARAK
Aşktır, bir buruk tattır. Avuçlarınızda yanan ateştir. Gözlerinizi kan çanağı yapan, işte nasıl bir şeyse öyle… Bakmayın, ilki başkadır demelerine. İlki neyse, en sonuncusu da öyledir. Kibritle yanmışsa parmağınız, daha sonra farklı mı yanar yani? Hep aynı yanar… Hep aynı yanar…
Sadece, yanarken, az çok tadını hatırlarsınız yanışın. Şimdi yanacağım, dersiniz. Hepsi bu. Yoksa hep aynı yanıştır. Aynı yanıştır, ateşinizi ta gözünüzden çıkarır.
Ders çıkarılmaz bu yolda. Nefes almaktan nasıl cayamazsanız, bundan da cayamazsınız. Her köşe başından dönüşünde, ilk gördüğünüzde ne olduysa yine o olacak olan bir yüz görürsünüz. Her seferinde nasıl ki aynı çıplak kabloya dokunup çarpılıyorsanız elektriğe, öyle çarpılırsınız. O yüze de ilk yüze olduğu gibi, son nefesinize dek her yüze olacağı gibi… Hatta bazen yüze bile gerek olmadan olacağı gibi… Yeter ki siz aşk erbabı olun. O gelir, sizi çarpar, çarpalar, çapalar… Yarar işte hep aynı şekilde kafanızı gözünüzü.
Aşk, yüzlere vurulmaktır daha çok. Aşk yüzsüzlükle bağlanmaktır daha çok. Aşk, niye ben, sorusuna, işte sen, demektir daha çok. İşte sen…
Erbabıysanız, yaşınız önemli değildir. Siz daha birer küçük adam ya da kadınken, o duygu eğer sizin yeteneğinize dâhilse… Bacak kadar çocuklarken türkülere, şarkılara diğer insanlardan farklı ağlamalarınızla belli edersiniz kendinizi. Anlayacak kadar tecrübeli büyükler anlar sizi. Ve ta o bacak kadar hâlinizden itibaren sizi aşktan korumaya çalışırlar. Bilirler ki siz hep acemisi olacaksınız bu dünyanın. Her siyah-beyaz filme ağlayan, ağlak bireyler olacaksınız. Kullanılmaya, kandırılmaya müsait olacaksınız. Bir halta sahip olamayacaksınız. Sizi kurtarmaya çabalarlar… Dikkatinizi dağıtmaya çabalarlar mesela. Cicilelerle, sakız kâğıtlarıyla… Siz, cebinizde misketlerinizi, cicilelerinizi yani, aşkla taşırken anlarlar ki bu da boşadır… Işığa tutup, onların içindeki, hani nasıl tarif edilebilir, şöyle fırfır gibi, renk renk… Çocuksunuzdur, misketinizi aşkla seyredebilirsiniz, erbabıysanız aşk davasının.
Aşk, mütemadiyen müptelâlıktır. Mütemadiyen istidattır. Mütemadiyen, kendine eş mi değil mi bilmeden, eş olmaktır; mütemadiyen…
Döner bir köşeden. Dönmez bazen de bir köşeden. Durabilir. Yürüyor da olabilir. Hatta hiç olmayabilir gözünüzün önünde. Sayın ki yıldırım işte, düşer üstünüze, var mı yok mu anlayamadan siz. Aşk müptelâlıktır. İlk nefesinizde nasıl bir nefes düşmüşse artık sizin nasibinize, aşka ayarlıdır o nefes. Niyedir bilinmez. Öyledir…
Bir şehre mesela, yani bir şehre bile aşkla bakabilir bir göz. Nasıl demeyin. Bilmem. Küçük bir çocukken baktığında ne varsa gördüğü şehrinde, adeta aşkla hatırlayabilir. Duman duman giden trenleri mesela. Mesela her istasyonu hatırlayabilir. “Gelemen, Gelemen, ben de sana bir daha gelemem”; hatırlayabilir mesela o istasyonu.
Külliyen aşığım diyeceğim aslında. Yollar arıyorum ispat olsun diye. Benden şanslısınız. Siz bilirsiniz kesin, neye âşıksınız. Ben bilmiyorum. Ben sadece âşığım. Her yüze, gördüğüm ilk yüz gibi âşığım. Her kalbime çarpan sese, o kulağıma üflenen ilk ses gibi aşığım.
Bunca aşkla yaşa sen… Sen bunca, erbabıyım, müptelâsıyım de de… Ayağı ayağına denk bir yüz olmasın?.. Bu kadar tepelerden düş, öyle mi? Bunca aşktan, aşka düş dur, öyle mi? Kafanı gözünü, kalbini darmadağın et düşe düşe; öyle mi? Gözlerini harca ağlamaktan. Öyle mi?..
Öyledir… Ve aşk, külliyen böyle olmaktır.
Aşkla… Aşk olsun hayat diyerek. Hayata aşk etme diyerek. Ne dediğini bilmeyerek… Bir yüzdür ömür boyu bizi sürükleyecek diyerek…
Belli ki sonu gelmeyecek kadar cümlelerimiz var; o cümleler aşkına. Aşk olsun hayat.
Bir yüzdür işte, ömür boyu bırakmayacak yakamızı. Bir yüzdür, hayal meyal hatırlar mıyız? Tırnak ucumuza kadar sızlar mıyız bir benzerini gördüğümüzde?
Aşk olsun hayat… Biz de gideceğiz; ha aşkla ha aşksız. Ve kimsenin taşına aşktan öldü yazmazlar…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.