Şehirleşmemiz ve Osmanlı Kültürümüz

Şehirleşme, çok şeylerimizi ve değerlerimizi silmiş, süpürmüş…

940"lı yıllarda, ulaşımımız yaya ve ayaklarımızdaki çarıklaydı… 

Bakıyorum; ben köyde doğmuşum, ilköğrenimimi köyümde, orta öğrenimimi şehirde tamamlamışım.

6-7 yaşlarındaydım; sığır gütmek zorundaydım. Kırsal alanda aileye katkı, 5-6 yaşlarında başlar.

Malları otlatmak ve gütmek bana çok zor gelirdi. İlkokul öncesinde ve ilkokulda okurken işim gücüm rahmetli annemle birlikte ahırlarda hayvanlarla hasbıhal etmekti.

Köyde kaldığım sürece sabah namazından sonra rahmetli anamla taze yoğurt karşılığında pazarlıklarımız hiç aklımdan çıkmaz.

Büyükbaş hayvan beklemek, otlatmak ve karşılığında da sabahleyin ateş altından yeni kaldırılmış taze ve tasa doğranmış, sımsıcak mısır ekmeği üzerine döktüğü taze yoğurt yeme hakkı kazanırdım.

Rahmetli annem, sığırlarıyla konuşur ve dertleşirdi. Bir hayvanını çelebe veya kurbana vereceği zaman aynı bir evladı evden çıkacakmış gibi günler öncesinde hayvanıyla ağlaşırdı.

Bu konuyu neden açtım. Türkiye"de et hayvanı tükenmiş, SOS çalıyor. Fiyatlar yukarı fırlamış. Elbette bu konuda spekülatörlerin siyasi mülahazaları da etkili olmuş. Ama köyden kente zorunlu göçler yüzünden Anadolu"nun bunca tarım arazisi çayır ve orman kalkmış. Köydeki genç nüfus da tarımcılığın ağır yükünü bahane ederek asgari geçim standardının altında çalışmaya razi olmuştur.

Türk toplumu, ta Tanzimat Fermanıyla Avrupalı olması yüzünden kapitalizmin pençesine kapılmış ve bir türlü kendini kurtaramamaktadır ve kurtulmak için de hiçbir çaba harcamamaktadır.

Öncelikle sağlıksız ve aşırı göçün önüne geçilmesi gerekir. Şehirde işsizlik oranı had safhaya ulaşsa da tercih edilmektedir.

Tanzimat yasalarının Türkleşme ve İslamlaşma yerine Batıcılığı ön görmesi şehri cazibe merkezi yapmış, köylünün ürününü yok pahasına elinden çıkarmasını mecbur etmiştir. Osmanlıda mîrî arazilerin miras dağılımı söz konusu değildi. Bu nedenle aile bölünmesi olmuyordu. Aile topyekün, beş yaşındaki çocuktan seksenine ve hatta doksanına merdiven dayanan dede elbirlik çalışmak zorunda kalıyordu. Ama Tanzimat sonrası her verese miras ve intikal yasası gereği ölen aile büyüğünün malını paramparça etmesi, aile otoritesini ortadan kaldırmaya yetti arttı da bile.

İşte Tanzimat sonrası işbaşına gelen iktidarlar, Menderes dönemi hariç, köylüyü ezmiş ve şehirciliğe zorlamıştır. Duyuyoruz ki Fransa"da köy yoktur, tamamı şehirli yapılmıştır. Bizdeki iktidarlar, Avrupalı olmanın hevesi ve Avrupalılaşma yasalarının sert uygulamalarını gerçekleştirmiş ve eğitim düzenimiz Osmanlı ecdadımızı horlamış ve Türk toplumunu tüketimci yapmışlardır.

Başarılı olamamıştır; devletin yaptığı bütün tarım ve hayvancılıktaki istihdam geliştirme ve özellikle tarımdaki sübvansiyon faaliyetleri dışında devlet buralara hizmet getirmemiştir, hastane, okul getirmemiştir, yol, su, elektrik, telefon, kısaca çağdaş bir yaşam olanağı getirmemiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu"da ormanlar yakılmış, mezralar boşaltılmış, insanlar terör korkusu sebebiyle köylerini bir bir boşaltıp, büyük kitleler halinde kentlere akın ettirilmişlerdir.

Türkiye"de kente göç spor faaliyetlerini de önemli ölçüde etkiledi; özellikle 1980"den sonra artık bir sektör haline gelen futbol ve futbolcular, kazandıkları yüksek ücretler sebebiyle bu kesimin dikkatini çekti. İnsanlar erkek çocuklarını büyük takımlarda futbolcu yapmak için çocuklarının eğitimini bile yarım bırakmayı göze alarak bir umutla büyük kulüplerin futbol okullarının kapısını çaldılar. Şansları çok azdı çünkü futbolu geliştirenlerin amacı, Türk insanını Avrupalılaştırmaktı. Spor kulüpleri Türk gencinden daha çok en büyük parayı, yabancı gençlere yatırıyorlar. Özellikle futbol hocalarının en büyük çoğunluğu Batı ülkelerinden gelmektedir.

Ülkemizde futbolcu olmak uğruna eğitim yaşamlarından vazgeçen gençlerin çok büyük bir bölümü 18 yaşına geldiklerinde kapının önüne konuyor, yabancılar yeğleniyorlar.

Bunun sonucunda ortaya yığınlar halinde işsiz güçsüz, tek amacı taraftarı olduğu futbol takımının maçına girmek eğer şansı varsa rakip taraftarlardan bir gruba rastlayıp onları öldüresiye dövmek olan vahşi dürtülerine hakim olmaktan yoksun insan grupları türedi. Günümüzde tribün terörü olarak adlandırılan olgunun oluşmasına işte bu insan grupları sebep oldu.

 “Başlangıçta yani 1950'li yıllarda, iç göçün sebebi sanayileşme ve kalkınma olarak bilinmektedir. Bu yıllarda şehirleşme hızı %2.5 iken 1975 yılında %6'nın üstüne çıkmıştır.” Şehirdeki istihdam ortamı, eğitim ve sağlık kurumlarının varlığı ve şehir hayatının çekiciliği kentleri cazibe merkezi haline getirmiş ve kırsal bölgeden şehre doğru nüfus hareketini hızlandırmıştır. Diğer taraftan veraset yoluyla toprakların parçalanması, verimli toprakların daha az sayıdaki çiftçilerin elinde toplanması ve fakirleşme köylerden kaçış sebebi arasında sayılabilir. 1980 yılından sonraki terör nedeniyle can ve mal güvenliğinin kalmayışı göçün en büyük etkeni haline gelmiştir.

Sahillerde meyve bahçeleri kesiliyor, yerlerine yazlıklar inşa ediliyor. Şehir, ilçe ve beldelerde tarım arazileri imara açılarak buralara konutlar yapılıyor. 1970 yılında 569 bin hektar olan yerleşim ve sanayi alanının 2004 yılı itibariyle 2.8 milyon hektara ulaştı. Bunun 400 bin hektarı verimli tarım arazisi niteliğinde idi.

Türkiye`de yaklaşık 926 bin baş kültür ırkı süt hayvanından ortalama 3.9 ton verimle 3.6 milyon ton süt üretiliyor. Bu hayvanlara gerekli bakım şartları oluşturulabilirse ortalama verimleri 6 tona kadar çıkarılabilir ve bu suretle toplam süt üretiminde kültür ırkı olarak 1.9 milyon ton bir artış sağlanabilir.

Erkenden kesiyoruz. Kuzu 8-10 kiloluk olunca doğru kasaba gidiyor. Hem çiftçinin kaybı var, hem ülkenin kaybı var. Kuzular 1,5-2 ay süt emseler, sonra 2 ay kadar besiye alınsalar, 18-20 kiloya kolayca ulaşabilirler. Çok yazık oluyor kuzularımıza. Ülkemizin et kaybı çok fazla oluyor.

Özelleştirme adı altında yağmalanan, kapatılan Süt Endüstrisi Kurumu ile Et ve Balık Kurumu gibi piyasayı düzenleyici kurum kalmayınca et ve süt piyasasında “vahşi kapitalizmin” kuralları işliyor.

Bakanlık, 18 kilonun altında kuzu kesimini ve damızlık düve kesimini yasakladı. Fakat bırakın 18 kiloluk kuzuların kesimini bakanın memleketi Diyarbakır"da 10-12 kiloluk kuzular kesiliyor. İzmir Bergama, Dikili bölgesinde 12 kiloluk kuzular kesiliyor.

Türkiye"nin küçükbaş hayvan varlığı 46 milyondan yüzde 36"lık düşüşle 29 milyona geriledi. Aynı dönemde Türkiye"nin nüfusu 45 milyondan 65 milyona çıktı. Pehlivanoğlu Et Entegre"nin Et Grup Direktörü Özşenoğulları : “Ben 27 yıldır sektördeyim. Böyle bir dönemi hiç yaşamadım. Hayvancılık bitti dedim” diyor.

Daha sonra İran ve Irak"a canlı hayvan, et ve et ürünleri ihracatı başladı. Fiyatlar yükselmeye başladı. 2008"in Ağustos ayında 7 lira olan kuzu eti bir yıl içinde 14.5 liraya çıktı. 2009"un sonunda kuzu eti 16 lirayı geçti. Aynı dönemde kuzu bağırsağı, derisi, sakatatı 4-5 liradan 7-8 liraya çıktı.

“Denetimde çok büyük sorun var. Büyük tesislerde devletin veterineri var, 18 kilonun altında kuzu kesimi önleniyor. Fakat pek çok şahıs kesimhanesinde, ilçe mezbahalarında, kaçak olarak yapılan kesimlerde bu yasağı dinleyen yok. Buralarda 10-12 kilonun altında kuzu kesimi yapılıyor.”

Kayseri"de iki yıl öncesine kadar birlik çatısı altında 2 bin 258 koyun üreticisi vardı. Ne yazık ki, bu sayı 691 kayıpla bugün bin 567'ye düştü. 

Şahsen ben, asla kuzu eti yemedim; bence bu tercihte keyfilik bulunmaktadır. Bırakalım, kuzu koyun olsun ve eti bir şeye yarasın. Ne diye kuzu eti? Çünkü ağza ve damak zevkine daha çok hitap ediyor. Köylere dönmeliyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Salih Parlak Arşivi
SON YAZILAR