ŞEHRİN SOKAKLARINDA
Şehrin sokaklarında yürüyorum, şehrin sokaklarında. Ölümden korkarak yürüyorum, ölümden korkarak. Geleceğini bile bile tek korkulan… İstenmeyen ve tümüyle beklenen misafir. Ölümden korkarak yürüyorum, ölümden korkarak. Geleceği biline biline tek korkulan…
Acıbadem tadı mıydı? Hani dilde tat bırakır da boğazda bir yangı… Ölümün tadı budur işte. Tadı belli olmayan bir hayat. Ve acı olduğu sanılan ölüm… Ölümden korkarak yürüyorum, ölümden korkarak. Gelişi bilinmeden yaşanan dünya. Gideceğini bilmenin tarif edilmez ağırlığı. Ölümden korkarak yürüyorum, ölümden korkarak.
Islanmaktan duyulan tedirginlik yani, hani yağmurda… Açık pencerenin üşütmesi sırtımızı. Yoksa, hani öyle büyük bir korku değil. Belki bir yürek çırpıntısı. Çarpması, geçirdiğimiz yılların boşluğunun yüzümüze.
Ölümden korkarak yürüyorum, ölümden korkarak. Dehşete düşüren hayatın korkusundan az biraz… Biraz da bilmemek ne olacağını. Ölümden sakınmadan ve fakat korkarak… Yürüyorum şehrin sokaklarında. Tüm şehirlerin sokaklarında.
Mütemadiyen dönüşür her şey. Sürekli görürüz ve anlamayız, her şey değişir… Yüzümüz değişir. Aynada hep aynı yüzü görürüz oysa. Başımızda, ömrümüzün kışından kalma karlar… Arşınlıyorum sokakları ölümden korkarak. Toprağa verilmiş her tanış, aklımın kirişinde. Kalp çeperimde son vakte kadar alınan nefes. Ölüme doğmuştur dünya ve biz ona hayat deriz. Gideriz. Sonra gideriz, gelişimizin muştusu gibi bir selâyla. Salamız verilir, son kez anılır adımız. Yol çıkar artık bir sonsuzluğa. Ölümü bilerek yürüyorum şehrin sokaklarında, ölümü bilerek.
En kötüsü buydu, en kötüsü buydu: Ölümü düşünmeden yaşayamazdım. Ölümü bilerek de yaşayamazdım. En büyük çıkmazdı hep. Yanan bir mumun biteceğini bilmek. Ve tedirgin olmak karanlıktan. Seyretmek, biteceği bilinen bir alevi… Tükenen mum gibi dünya. Sönerek yürüyorum şehrin sokaklarında, sönerek. Ve dönerek, bilinmeyen gelişe…
Romanlar da böyle yaratıldı. Duvarları süsleyen siyah beyaz resimler, eski vakitlerden kalma… Dizinde uyuduklarımız. Hatta bizden evvel giden yaşıtlar… Duvarları süsleyen resimler eski vakitlerden kalma… Dudak kıvrımına kadar nakşedilen, akıllarda kalan hayali yüzler. Eski yüzlere yürüyorum, eski yüzlere. Arşınlıyorum sokaklarını şehrin, bana gelen ölüme yürüyerek.
Gerçek bu işte. Herkesin peşinden koştuğu gerçek. Hayat gerçektir, bunu bilirim. Ve ben gidince, biter gerçeğim. Bir gerçeği tüketerek yürüyorum şehrin sokaklarında.
İşte bu yüzden çoğalmaz dağ başlarındaki tek ağaçlar. Köklerinde hissederler ölümü. Ömrün zeval vakitlerinde, toprağa düşerken yaprakları, kendi derinlerine kök salarlar sadece. Sırları çözmenin bilgeliğiyle, öylece dururlar, karda, kışta, rüzgârda… Esintiye karşı yürüyorum, esintiye, şehrin sokaklarında.
Bir yükü sırtlanmak, hayat budur. İçinde bilinmez bir sızı taşımak, hayat budur. Tükenmez hayaller kurmak ve tükenmesi her şeyin, hayat budur. Gelip gitmektir, konup göçmektir, hayat budur. Bir asır yaşasan bir şey anlamamak ve anlatamamak neler oldu, hayat budur. Eski yüzleri taşımaktır ömrünce. Kendi yüzünden önce ve kendi yüzünden önde, o eski yüzler, hayat budur. Artık büyümüş bir bebeğin, o ilk telaşlı çağını ezberlemektir. Renge bürünmeden, sana mavi mavi bakarken, ona ümitsizce bakmaktır, hayat budur. Her kundakta kefen görmek, hayat budur.
Ve her ölü bir kundağa sarılır. Tersine bir yaşamaktır ölüm işte. Ölüme gidiyorum şehrin sokaklarında, ölüme gidiyorum.
Özür dilemeli miyim kendimden? Ya da hayat, en büyük özür gibi dururken hâlâ, mazur görülebilir yaşamış olmam. Ölüm gibi bir ağırlık taşıyoruz sırtımızda. İsa’nın çarmıhı gibi kutsal.
Yürüyorum şehrin sokaklarında yürüyorum, omzumda ağırlığım…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.