ŞEHRİN VE İNSANIN KALBİNE DOKUNABİLMEK
İnsanın ruhu adeta göğe savrulmuş gibi. Artık çaresiz çırpınışlar sonuç vermiyor. Belki de İnsanoğlu delirmek üzere. İçine düştüğü seküler yaşamın ağırlığı ruhunu bir farenin ağacı kemirmesi gibi kemirip duruyor. Sığ ve sığıntı bir mutluluğu var artık. Daha doğrusu buna mutluluk denir mi bilmem? Hayatın önemli iş ve işlemlerinde duyulan sevinçlerin derinliği yok artık. Sahte bir mutluluğu yakalamaya çalışan insan ruhun acı çığlıkları altında eziliyor. Tabii ki insanla birlikte Şehir de kabalık ve kalabalık, kir ve gürültü içinde ruhunu kaybedip ölüyor. Medeni özelliklerini kaybedip bedevi bir yaşamın içine sürükleniyor. Şehrin sokakları müşfikliğini kaybedip müşrik bir yaşamı dayatıyor insana.
Hayatta önemli olan gönle ve kalbe dokunabilmektir. İnsan vücudunun en önemli organı kalptir. Kalbe dokunabilmek için cesaret ve samimiyet gerekir. Bir insanın kalbine dokunabilmek gerçekten zordur. Onu başardığımız zaman diğer sorunlarını da çözmeye başlayabiliriz. Dokunmak için aradaki mesafelerin de bir önemi yoktur. Uzaktan veya yakından bir insanın kalbine dokunabilmek, gönlüne girebilmek mümkündür. Bundan dolayıdır ki tabiatımızdan cesaret toplayıp insanın kalbine dokumak gerekir. Kalbine onun özünü doldurmak, onun kendi gerçeğini göstermek gerekir. Onun mayasında var olan, unutturulan hakikatleri yeniden hatırlatıp kendine döndürmek için kalbe dokunmak gerekir.
Modern çağın un ufak ettiği toplum, içinde bulunduğu bulanım ve krize rağmen İslam medeniyetinin izlerinden yürüyerek onun kalıntıları üzerinde durmaya çalışmak zorundadır. Bir toplumu var eden, yaşamını devam ettiren şey; din, kültür ve medeniyettir. Toplumu geleceğe taşıyan şey dini değerleri ve ruhudur. Bir bakıma toplumun tutunduğu, neşv’ü nema bulduğu toprak din ve medeniyettir. Şehirler din ve medeniyetle yaşayıp onunla ayakta dururlar. Şehrin ve insanın içinde serpilip büyüdüğü ortam ruhtur. Ruhun insan vücudunda nerede bulunduğu, hangi organda bulunduğu tam olarak bilinmese de kalp içinde olduğu zannedilir. Belki de gerçekten öyledir. Şehrin ruhu şehrin neresindedir acaba? Bilen var mı? Bence şehrin ruhu adalet saraylarında ve mahkemelerindedir. Orada ruh varsa şehir canlı demektir. Orada ruh yoksa şehir ölü demektir. Bence şehrin ruhu yetime, güçsüze, garibana, köylüye karşı gösterilen merhamet ve muamelededir. Onlara karşı insanca bir muamele varsa şehir canlı demektir. Onlara karşı insanca bir muamele yoksa şehir ölü demektir.
Etrafımıza düşünen gözlerle baktığımızda Kur’an’dan uzaklaşan toplumun bir kriz içinde olduğunu görmek mümkündür. Gerçekten hayatımız derin bir kriz içinde bulunuyor. Mevcut eğitim sistemi ancak para kazanmak için insan yetiştiriyor. Oysaki eğitim akademik amaçlı olmalıdır. Eğitimde maksat sadece bilgi de değildir. Sadece bilgi sahibi olmak ve para kazanmak için verilen eğitim, eğitim değildir. Kapitalizmin sömürgeleştirme amacıyla toplumlara tohum ektiği alandır. Eğitim bu günkü haliyle kapitalistleştirme aracıdır. Eğitimde maksat kalbe ve gönle dokunabilmektir. Kur’an’ın sadece lafız olarak öğrenilmesi gereken bir kitap değildir. Onun ruhu, onun özü, onun anlamı kalplere, gönüllere ve hayata dokunmalıdır. Tamamen hayatın içine girmelidir. Hayatı baştan sona değiştirmelidir.
Peki, bu karanlık tünelin bir çıkışı yok mu? Elbette bir çıkış vardır. Tünelin ucundaki ışık elbette ki İslam’dır, Kur’an’dır. Ancak o ışığa ulaşmak için çabalamak gerekir. Tünelin ucunda ışık her zaman vardır ancak onu görmek için gözlerin açık olması gerekir. Gözünü kapatan kimselerin o ışığı görüp ona yönelmesi de mümkün olmaz. Gözden maksat sadece bilinen göz değildir. Kalp gözüdür. Kalbin gözü hem görür hem de anlar. Bunun içindir ki dokunmak kulluğun başlangıcı olabilir. Bir lütuf olarak değil, bir vazife olarak kalbe dokunmak gerekir. Kalp insanı insan yapan organdır. Belki de insanı insan yapan ruhun barındığı, taşındığı yerdir. Kur’an’ın anlaşılacağı yerdir. Kur’an ışığının insanın içini aydınlatmak için girmeye başladığı yerdir. Karanlık ve ıslak bir şehrin kalbine dokunmakla, hüzün ve umutsuzluk dolu bir insanın kalbine dokunmak arasında fazlaca bir fark yoktur aslında. Şehrin kalbine dokununca şehrin sokaklarını kitabın ışığıyla aydınlatma fırsatı doğabilir. İnsanın kalbine dokununca onun hüznünü dağıtma, vahiyle doldurma fırsatı doğabilir.
Ben öyle biliyorum ki; dokunulan her yürek onun ruhunu yeniden getirir yanına. Kitabın anlamını, mesajını yeniden alır içine. Şehrin kalabalığına ve gürültüsüne rağmen kalbini sevgi, merhamet ve adaletle doldurmak, insanın inkâr ve isyanına rağmen kalbini aşk ve heyecanla doldurmak önce kalbe sonra kitaba dokunmakla mümkündür. Hayata dokunmak; gönle aşk ve heyecanı, kalbe kitabı ve anlamı doldurmaktır. Bir şehrin yaşadığına dair en önemli belirtisi aşk, merhamet ve adalet duygusudur. Eğer şehirde bunlar yoksa o şehrin yaşadığını söylemek mümkün değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.