NEREYE TUTSANIZ ELİNİZE GELİYOR
Bazen aklıma Kadir Çöpdemir’in “Dünyayı sen mi kurtaracaksın be abi?” reklamı geliyor. Gerçekten de doğru bir tespit. Bazen insan yanlışlarla uğraşmaktan gına gelip “Boşver başka işin mi yok?” diyesi geliyor ama vicdanı elvermeyince de boşveremiyor. Hangi kuruma el atsanız sorunlarla karşılaşıyorsunuz. Yazmayım, boşver, diyorsunuz ama gece aklınıza geldikçe uyku uyuyamıyorsunuz.
Yaklaşık yirmi yıldan beri yazlıkta komşuluk yaptığım bir dostumun Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde yatmakta olduğunu öğrenince eşimle birlikte ziyaretine gittim. Ancak biz ziyarete gitmeden bir iki saat önce yoğun bakım ünitesine alındığını, durumunun iyi olmadığını öğrenince bir hayli üzüldüm. Eşimle birlikte yoğun bakım ünitesine gidip eşine teselli verelim dedik ve yoğun bakım ünitesinin önünde bekleyen eşinin yanına gittik. Eşi bir hayli bitkin bir halde beklerken çocukları ve damadı geldi. Onlarla sohbet ederken adeta içim acıdı. Aynı zamanda doktor olan damadı bir saate yakın hastanede çektikleri sıkıntıları anlattı. Koskoca OMÜ Tıp Fakültesi Hastanesi’nde toplam üç tane yoğun bakım ünitesi varmış. Genel cerrahi yoğun bakımında 20 yatak, dahiliye yoğun bakımında 4 yatak varmış. Bir diğer yoğun bakım servisinde de o civarda yatak varmış. Yanı koskoca OMÜ de toplam üç tane yoğun bakım servisi ile otuz civarında yatak varmış. Araştırma Hastanesi’ndeki yoğun bakım servisleri bunun üç, dört katı imiş.
Karadeniz bölgesinin en büyük fakülte hastanelerinden biri olan OMÜ Tıp Fakültesi Hastanesi’nde bu kadar az sayıda yoğun bakım ünitesi neden var diye merak edip araştırınca, aldığım cevap enteresan; şuuru açık olan hiç bir hastayı yoğun bakıma almak istemiyorlarmış da ondan az tutuyorlarmış. Bizim komşu dün sabah kendinden geçip yoğun bakımlık olunca, ailesine yoğun bakım servisleri dolu, yapacak bir şeyimiz yok diyecek kadar rahat davranmışlar. Hasta bir yanda ecel terleri döküp ölümle boğuşurken, yakınları onunla ilgilenmek yerine onu yoğun bakım ünitesine koyabilmek için torpil aramaya koyulmuşlar.
Kızı da sağlıkçı olan komşumun kızı bir yandan, damadı bir yandan torpil aramaya koyulup hastalarını yoğun servise koyabilme derdine düşmüşler. Düşünebiliyor musunuz, bir yandan hastanız ölüm kalım mücadelesi verirken siz de onu yoğun bakıma koyabilmek için torpil arama derdine düşeceksiniz… Sorarım size, böyle bir ilkel uygulama bırakın üçüncü dünya ülkelerini, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarının bulunduğu bölgede dahi var mı?
Biz yazınca birileri kızıyor ama Allah rızası için gidip de bir bakalım durum nedir demek yerine kendilerini savunma moduna giriyorlar. Hocalar ise bir âlemler. Bir Hoca gelip muayene ettikten sonra hastayı falanca servis de görmeli diye yazıyor ama araki bulasın o servisin doktorunu. Aradan saatler geçiyor Hoca yok. Asistana dahi ulaşmak bir hayli zor. Hasta komşumun doktor olan damadı aynen şunu söylüyor, “Ben Doktor olmama rağmen inanın hastamı muayene ettirmek için zor Hoca buldum, hatta yolda gördüğüm arkadaşlarıma böyle böyle bir durum var dediğimde bilgisayar ekranından gördük, acelesi yok, gelip bakarız” deyip kantine indiklerini ve ilgilenmediklerini söylüyor. Allah aşkına bu kadar sorumsuzluk nasıl olabilir anlamış değilim. Bu örnekleri bana defalarca anlattılar ama kendim bizzat şahit olmadan veya yaşayanın ağzından dinlemeden yazmam demiştim ama önceki gece saat 23.00 e kadar dinlediğim doktor kardeşim bunları anlatınca inanın şok oldum. Doktor diyor ki “Biz doktor olduğumuz halde bu sıkıntıları çekiyoruz ya vatandaşın hali ne durumda siz karar verin”.
Hastanede hekimlerin durumu bu da temizlik iyi mi derseniz, hastaneye gelen hastalarla birazcık görüşme fırsatım oldu; tamamı ortamın hijyenik olmadığını, iyileşmek yerine mikrop kaparak daha kötü olacaklarından yakınmaktalar. Hastanede idare çok ama çok pasif durumda. Hocalara işini yapmadıkları için kimse hesap sormuyor, temizlik çok kötü.
Geçmişten gelen idari zaaf kolay kolay disiplin altına alınamayacak gibi bir pozisyon var. Bu şartlarda OMÜ Hastanesi’ne gitmek, bile bile lades anlamına geliyor dersek abartmış olmayız. Umarım birileri bu işe el atar da vatandaşlar rahat ederler.
Sözlerimi bitirmeden bir diğer konuya geçmek istiyorum. Geçtiğimiz haftalarda Canik Belediyesi’nin fakirlere vermesi gereken yemeği bazı gazetecilere verdiği yönünde duyumlar aldığımızı ve bu nedenle de konuyla ilgili Belediye’nin yapması gereken ne ise yapmasını belirtmiştik. Geçtiğimiz hafta içerisinde Yedaş’ın yeni Genel Müdürü’nün verdiği yemeğe giden arkadaşlarımıza tüm gazeteciler içerisinde bir gazeteci çıkıp, o haberden bahsederek “Evet o yemekten ben de yedim, ne var bunda?” deyince bizim arkadaşlar da afiyet olsun demişler. Ama her ne hikmetse Osman Genç bize haberi tekzip eden bir beyan göndermiş. Keşke Osman Genc’in tekzibi doğru olsa da biz yanılsak ama kendisi de Rabbim de doğrusunu çok iyi biliyor. Bu işler noterlerden ihtar çekmeyle değil, huzur-u mahşerde elimizin, dilimizin ve bütün azalarımızın konuştuğu zaman gerçeklerin ortaya çıkacağını da unutmasınlar. Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.