Prof.Dr.M.Okuyan

Prof.Dr.M.Okuyan

sorular: cevaplar

Oktay Altun'un sorusu :

“Dinimizde cariye konusunu net açık bir şekilde anlatır mısınız? Çok karışık bir konu bu konuyla ilgili cevap vermekte zorlanıyoruz.”
Dinimizde cariyelik diye ihdas edilmiş bir kurum yoktur; sadece İslam"ın tebliğ edildiği ilk dönemlerde Arap toplumunun sosyolojik bir gerçeğinden söz etmek durumundayız. Maalesef o dönemlerde insanlar bir eşya gibi alınıp satılabiliyor, servet araca olarak kullanılabiliyordu. İslam dini gelince bundan kurtulmanın çeşitli yollarını bazı suçların karşılığı olarak ve önemli bir ibadet sayarak bu köle azadı kurumunu getirmiş, kısa sayılabilecek bir süreçte bu kurum sayesinde büyük oranda bu tür sınıf farkı ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Ayrıca yaşanan ilk dönem Arap toplumundaki cariyelik kurumuna yönelik de çeşitli insancıl uygulamalar da getirilerek bir taraftan oradan kurtulmanın yolları üretilmişken bir taraftan mevcutların insanca yaşamasının önündeki engeller kaldırılmaya çalışılmıştır.

MURAT ALSANCAK BEYİN SORUSU:
“s.a. hocam sadece sunu merak ediyorum islam'da mezhepleri taklit etmenin hükmü nedir? ne gibi durumlarda yani sadece zaruri durumlarda mı bu yola basvurmalıyız? Teşekkürler”
Mezhep “gidilen yol” anlamına gelir. İnsanlar dini konularda kendi ihtiyaçlarını Kur"ân ve sünnetten cevaplama gücünden yoksun kalınca bazı ilim adamlarının fikirlerine sığınmak durumunda kaldılar. Bu durumda birisine sığınmak durumunda olan bir insanın durumu, sadece taklittir. Kime, hangi mezhebe uyarsa uysun onun için fark etmez. Ancak uyacağı mezhep imamları arasında tercih yapması demek onun bazı şeyleri bilmesi anlamına geliyorsa o zaman kendi yolunu kendisinin bulmaya çalışması en doğrusudur. Yeter ki bilgili, samimi ve donanımlı olsun. Bu arada şunu da unutmamak gerekir: Taklit edilecek mezheplerin sayısı sanıldığı gibi 4 ile de sınırlı değildir.

MURAT ALSANCAK BEYİN DİĞER SORUSU:
“Kafama takılan bir diğer konuda rabıta.rabıta tam olarak nedir ve islamdaki yerini detaylıca öğrenmek istiyorum,size zahmet olmazsa. Teşekkurler”
Rabita “bağ” demektir. Tasavvufta kullanılan ve tesbihte Yüce Allah"ın adını anarak yapılan zikrin O"na sunulmadan önce araya bazı insanları düşünmek, onların aracılığına sığınmak gibi bir kurum ihdas edilmiştir ki ibadette araya insanların sokulması son derece tehlikeli bir yanlışlıktır. Rabıta sadece Allah"ı düşünmek, ahireti düşünmek, ölümü düşünmek gibi insanın kendi inanç değerlerini ve sorumluluklarını düşünmek şeklinde olursa bunun bir sakıncası yoktur. Diğerleri son derece hatalıdır; bu tür yanlışlıklardan uzak durulmalıdır.

CALCULUS 2008 SİMGESİYLE SORU SORAN ARKADAŞIN SORUSU:
“hocam ben 30 yasındayım ve kacırdığım kılmadığım namaz borçlarım var,bunları hepsını tek tek kazamı yapmalıyım?toplam kac rekat olduklarınıda bılmıyorum,ve kılarken kaza olarak butun vakitlere mi niyet edeceğim,bilgilendirirseniz sevinirim.”
İnsanın daha önceden kılmadığı namazları yeniden kılması mümkün değildir. Çünkü namaz vakitle farz kılınmış bir ibadettir. Geçen vakit bir daha elde edilemeyeceği için bu durumda iki şey yapmalıyız:
1. Geçmiş namazlarımız için Yüce Allah"tan samimi bir şekilde özür dilemeli, istiğfar etmeli, O"na yönelmeliyiz.
2. Geçmiş namazların kazası olarak değil de borcumuz namaz cinsinden olduğu için bolca nafile namaz kılmalı, namaz cinsinden sevap hanemize yatırım yapmaya çalışmalıyız. “İki, dört rekat şeklinde ve ne kadar fazla kılabilirsek o kadar iyidir” mantığıyla namaza devam etmeliyiz. Unutmayalım ki “namazın kazası vardır” diyenler “nasıl olsa kazası, telafisi varmış” diyerek bolca namazın kazaya bırakılmasına da maalesef neden oluyorlar. Biz ise “namazın kazası yoktur; her hal ü kârda namaz vaktinde kılınmalıdır” diyerek daha dikkatli olunmasını amaçlamaktayız. Kur"ân, namazın savaşta, hatta cephede bile terk edilemeyeceğini, sadece kısaltılabileceğini söylemekte, orucun kazasından söz ederken namazın kazasından hiçbir şekilde söz etmemektedir. Kazası olanlar, niyetini kaza olarak değil de nafile olarak namaza devam etmelidirler.

FATİHAN BEYİN SORULARI:
“hocam kıymetli zamanınızı çalmak istemiyorum ama yıllardır aklımda olup ve farklı cevaplar aldığım 2-3 soruyuda size yöneltmek istiyorum.
1-Biz cennete gidersek orada sonsuz nimetler içinde yaşam süreceğiz peki insan belli bir müddet sonra bu nimetlere alışmayacak mı veya canı sıkılmayacak mı?
2-Ahirette cehennem azabı çekmektense yok olmak daha iyi değil midir?
3-Peygamber efendimizin "Sağlıklı mümin, hastalıklı müminden daha iyi, daha üstün ve Allah"a daha sevimlidir” hadisini açıklar mısınız? Halbuki biz, hastalığın mümin için günahlarının affedilmesine vesile olduğunu biliyoruz. Burada farklı bir yaklaşım mı vardır? Yoksa bildiğimiz hususta bir yanılgı mı var?
hocam cevaplarsanız çok sevinirim....”
1. Cennetin sonsuzluğu, standart bir devam anlamında olmak zorunda değildir. Orada her canın istediği şeyler (Zuhruf 43/71), insanlar için gizlenmiş, bir anlamda sürprizler (Secde 32/17) söz konusu olacaktır. Hiçbir can, orada tam anlamıyla nasıl nimetlerle buluşturulacağını bilmemektedir. Dolayısıyla bir sıkılma yaşanmayacaktır. Cennet var olduğu sürece ödüller de devamlı olacaktır, kesilmeyecektir.
2. Tabii daha iyidir de cehennemi hak edenler için bu böyle. Azap, caydırıcılık esasına bağlanmış, yapılan suçların karşılığı cehennem olarak belirlenmiştir. Zaten cehenneme gidenler İnşikak 84/11 ve Furkân 25/13. âyetlere göre cehennemlikler orada yok olmak isteyecekler; ancak bu kabul edilmeyecektir.
3. Hadisteki sağlıklı diye tercüme ettiğiniz kelime aslında “sağlam, güçlü” anlamına gelmektedir. Maksat hastalık değildir. “Sağlam bir imana sahip, güçlü bir mümin böyle olmayanlardan daha hayırlıdır.”

AYŞE YILMAZ"IN SORUSU:
“selam hocam benim sorum adakla ilgili ben bir adakta bulunmuştum ama yerine getiremedim nedeni daha olmadığı için ama bazıları dilediğin şey olsa da olmasa da adağın yerine getirilmesi gerektiğini söylüyorlar. Bu doğrumudur acaba.”

Adak ne ile ilgili adanmışsa onun olması gerekir; henüz gerçekleşmeyen bir şey için adağın yerine getirilmesi gerekmez.

MAHMUT USLU"NUN SORUSU:
“Mehmet hocam yazılarınızı merakla okuyoruz, cok güzel yazılar Allah elinizden kalemi düsürmesin, sormak istediğim soru Günesin batıdan doğması ne anlama gelmektedir. Gerçekten güneş bir gün batıdan mı doğacak. Ve bu nasıl olacak?”
Mahmut bey,
Güneşin batıdan doğması bizzat kıyametin kopması demektir. Bu olay kıyametin kendisidir; ifade edildiği gibi kıyametin alameti filan değildir. Bazıları bunun kıyametin alameti olduğunu söyleyerek “İslam güneşinin, yani hakikatın bir gün batıdan doğacağı” şeklinde de yorumlamaktadır. Ancak bence bu bizzat kıyametin kopmasını ifade eden bir rivayettir.

MEHMET YILMAZER"İN SORUSU:
Hocam Eyyam-ı Biyz adı verilen ve kameri ayların 13, 14, ve 15. günleri de Peygamberimizin tuttuğu orucun mahiyeti hakkında bilgi verir misiniz?
Bu oruçlar nafile diye isimlendirilen oruçlardır. Bu konudaki rivayetlerin güvenilirliği konusu tabii ki hadisçilerin işidir; çünkü Kur"an"da bu konuda bilgi yoktur. Nafile oruçlar, tutulunca sevap kazandıran oruçlardır. Bunları farz gibi telakki etmemek de gereklidir. Tutanlar sevap alır; tutmayanlar günah almazlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof.Dr.M.Okuyan Arşivi
SON YAZILAR