'Tek dişi kalmış canavar'
Geçen yazıdan devam edelim...(Karanlığın kalbi)
Uygarlık, medeniyet, kültür zaman zaman aynı anlamlarda kullanılan sözcükler olmakla beraber farklı içerikle kullanılmaları da sık rastlanan bir durumdur.
Medeniyet Türkçeye muhtemelen Medine sözcüğünden gelmiştir. Şehirleşmek ve şehir hayatına uyum sağlamak anlamında kullanılmıştır. Gezegenimizin hemen her bölgesinde istekli veya isteksiz bir şehirleşme dalgası yaşanmaktadır. Sanırım bunun en temel nedeni bir süre sonra medeni toplumumuzun gıda ihtiyacını sofraya konulan hoş kokulu yemekler yerine haplarla karşılamaya başlayacak olması olabilir.
Medeniyet kelimesi de birçok başka kelime gibi kendisi masum, ama kullanıcısının dilinde çirkinleşme potansiyeli taşıyan biz sözcüktür. Kendi halinde havada asılı dururken kimseye bir yararı ya da zararı dokunmayan bu güzel sözcüğün olumlu anlamını hayatımızın köşebaşlarında göremediğimiz gerçeğini uzun uzun örneklerle anlatmaya sanırım gerek yoktur.
Fakat yine de ola ki, Marslı kardeşlerimizden yazıyı okuyanlar olabilir diye birkaç değinme yaparsak; şehir hayatımızda; birbirine yol verirse erkekliğine veya kadınlığına zarar geleceğini düşünen sürücülerimizden, yeni yıkanan çamaşırların üzerine sofra bezi silkeleyen komşularımızdan, eğlenmek ve eğlendirmek için yemin etmiş sabahın köründe müzik yayını yapmaya başlayan "club"larımızdan, birbirine küfür ederek dünyadaki varlığına anlam katan güzide kent sakinlerimizden bahsetsek yetmez. Çünkü dünya dışında yaşayan dostlarımıza genel halimizden de birkaç örnek vermek gerekir ki şu an dünya olarak medeni halimizi az çok anlasınlar.
Tabii mümkün olduğunca iyimser örneklerle yapmalıyız ki bunu, Marslı dostlarımız bizi yanlış tanımasın.
Öncelikle Milattan Sonra (MS) 1700'lere kadar belki binlerce medeniyete ev sahipliği yapmış gezegenimizin, dünyayı eliyle anlayan bir uygarlığa sahip olduğunu söylesek çok az abartmış oluruz. Makinalar, insanın rahat etmesi için işi omuzlamaya başladığından beri dinlenen insanevladı beynini daha çok kullanarak hayatımız için çok gerekli, zaman zaman da gereksiz şeyler icat etmiştir.
Birkaç yüzyıldır dünyamız çok hızlı bir dönüşüm geçirmektedir ve bu değişime önderlik eden kendilerine "beyaz adam" diyen dostlarımız binlerce medeniyet hiç varolmamış gibi, onları bir kalemde silip medeniyetin ölçüsünün kendi yaşam şekilleri olduğu "gerçeğini" kafamıza nakşetmişlerdir iğne oyasıyla.
Ve bugün medeniyetlerden değil de genel olarak ulaşılması elzem tek bir medeniyet hedefinden bahsedilmektedir. Bunun her birimiz ve bizim için ne anlama geldiğini gülmek mi ağlamak mı gerektiğini ölçecek bilgi ve kapasiteye sahip olmadığımdan, sosyologların, psikologların, antropologların, arkeologların, iktisatçıların, filozofların, biyologların, nörologların alanlarında değneksiz köyde gezer gibi dolaşmak istemem.
Fakat Marslı dostlarımız anka kuşunu (phoenix) buraya uçurduğunuza göre ya gezegeninizde her şeyi çözdünüz ya da kaçacak yer arıyorsunuz zannetmesinler diye bir kaç "global" örnek vermek zaruridir.
Birkaç sayısal bilgi vermek en azından fikir sahibi yapacaktır sanırım. Yılda 3 milyon hektar ormanlık alan yok olmaktadır, 1990-2000 arasında 50.000 canlı türü, 1950-90 arasında 350 milyon hektar ormanlık alan yok olmuştur. Son 35 yıldır Brezilya'da günde 4 canlı türü yok olmaktadır, Meksika'da 30 sn temiz hava (oksijen çekiliyor) bir dolara satılmaktadır.İnsan organları birilerinin elinde paraya dönüşmektedir (Endonezya'da Tsunami'den sonra binlerce çocuğun bu amaçla kaçırıldığı söylenmiştir)
Keşfedilmeden önce (yani yokken) Amerika kıtasında tahminen 50 milyon civarında bizon yaşamaktadır fakat 1891 yılında 550'ye düşmüştür. Yerliler (indians; yani Hintli, çünkü Hindistan'a başka yoldan ulaşıldığını zannetmiştir adı koyan kişi, herhalde sonra da kimse değştirmek için uğraşmamıştır. Gerçi onlar kendilerine öyle dememektedir, ama onlar gibi "barbar" toplulukların kendi adlarını bilmek gibi şeyleri yapamayacağını herhalde tahmin ederiz.) için renkli boncuklar ve tabii medeniyet karşılığında birazcık altın ve topraklarını vermek herhalde kolay bir iş olmuştur.
Gerçi sayıları oldukça azalmıştır ama doğal sebeplerle olduğu muhakkaktır. Tıpkı Marlow'un Kongo'suna benzeyen hikayeler yaşanmıştır muhtemelen. Dünyanın birçok yerinde buna benzer hikayeler yaşandığını tahmin ediyorum, bir rakam da Amazonlardan vermek gerekirse (ormanların %2'sinin, bitki-hayvan zenginliğinin %70'inin olduğu yer) 1992 sayımlarında 200 bin insan nüfusuna sahip bir bölge olmakla beraber keşfedilmeden önce 9 milyon insana evsahipliği yaptığı tahmin edilmektedir.
Son bir örnek de cuma günü boyunca TRT'de Srebrenitsa anısına yayınlanan programlardır (Gezegenimizin en medeni sayılan bölgesinin ortasında binlerce insanın sevdiklerinden ve hayattan koparılmaları sonucunda duyduğumuz utancın boyutlarını anlatmak bu yazının haddi değildir).
Günümüzde medeniyet kelimesini ister olumlu ister olumsuz anlamda kullanalım yaşamı güzelleştirenin de, çirkinleştirenin de ellerimiz olduğu gerçeğini unutuyoruz sanırım.
Kongo'dan bahsederken "kara kıtadaki" birçok ülkeden bahsetmediğimi farkettim.
Gazete okuyan kişilerin bu konularda yeterince bilgi sahibi olduğunu düşünerek yüzlerce yıldır medenileşme (civilisation) yolunda bir ileri bir geri gittiği söylenen bu kıtadaki dostlarımızın en çok iç savaşlardan (civil war) çektiğini hatırlatarak örnek vermeyi bitirebilirim sanırım.
Kendi adıma , sanırım, ne iyimser ne de kötümser bir insanım, yalnızca aynaya bakmadan traş olamayacağımı biliyorum. Traş olalım ya da olmayalım en azından kendimize bakmaya tahammül etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Son olarak; "Medeniyet" hakkında bilgi toplamaya çalışırken "internet"te ki popüler sözlüklerden bulduğum bir tanım çok hoşuma gitti: "Medeniyet: Yolların arasına çiçek dikmek değil, çiçeklerin arasından yol geçirebilmektir."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.