Çok şükür artık
Yerel seçimler nedeni ile hergün her saat adayların ve parti başkanlarının konuşmalarını izliyoruz. Televizyonlarda, gazetelerde, meydanlarda, sokaklarda.
Adaylar ve partiler daha çok kapalı mekânlarda toplantılar yapıp, plan ve projelerini seçmenlere anlatıyorlar. Yine evlere ve işyerlerine dağıttıkları kitapçık ve broşürlerle kendilerini tanıtmaya çalışıyorlar. Toplantı ve faaliyetlerini telefon, e-posta ve el ilanı gibi vasıtalarla duyuruyorlar.
Dedem anlatırdı eskiden seçim dönemleri tam bir gürültü ve çevre kirliliği içinde geçermiş.
Hemen hemen bütün adaylar sokaklara, binalara hiçbir kural tanımadan boy boy, renk renk, bez veya plastikten yapılmış afiş, fotoğraf, parti bayrağı gibi şeyleri asarlarmış. Bunlar rastgele yerlere, herkesin istediği gibi asıldığı için çok çirkin görüntüler oluşurmuş. Yine irili ufatlı araçlar üzerine takılan ses cihazları ile bu araçlar mahalle aralarında dolaşıp, bangır bangır bağırarak (patates satar gibi) propaganda çalışmaları yaparlarmış. O araç bağırarak geçene kadar başka bir adaya oy vermeyi düşünen kişiler, araç geçtikten sonra hemen fikirlerini değiştirip(!), o adaya oy verirlermiş.
Çok şükür şimdi bu çirkinlikler kalmadı. Adaylar ve yandaşları, belki uyuyan bebeler veya yaşlılar vardır, belki ders çalışan öğrenciler vardır diye sokak aralarında bağıra bağıra patates satmıyorlar, pardon aday tanıtmaya çalışmıyorlar artık.
Bu yerel düzeyde şükredilmesi gereken bir gelişme.
Bir de ülke düzeyinde şükretmemiz gereken gelişmelere bakalım.
Siyasi parti liderleri ve büyük şehirlerin adaylarının seçim çalışmalarını ve konuşmalarını televizyon, gazete ve internet gibi kaynaklardan izliyoruz.
Bir parti başkanı diyor ki;
Geçen dönem başkanlık yapan ve diğer partiden olan arkadaş bu şehir için çok güzel işler yaptı. Kendisine bu güzel hizmetlerinden dolayı teşekkür ediyoruz. Ancak bizim adayımızın daha güzel projeleri var ve sizlere daha iyi hizmet edeceğini düşünüyoruz. Kendisi projelerini size anlatacak. Zaten yazılı olarak hepinize dağıtıldı. Bu nedenle bizim adayımıza oy vermenizi istiyoruz.
Bir başka parti lideri buna karşı şöyle yanıt veriyor;
Siyasi rakibimiz olan diğer parti başkanının bizim adayımızla ilgili güzel sözlerine teşekkür ederiz. Onların adayının projelerini okuduk. Güzel şeyler düşünmüşler. Ama bizim adayımızın size daha önce kitapçık halinde dağıttığımız projelerinin bu şehir için daha güzel ve yararlı olduğunu göreceksiniz. Bu nedenle bizim adayımızı desteklemenizi istiyoruz.
Bu sırada bir gazeteci soruyor;
Efendim rakibiniz olan parti ile ilgili bir yolsuzluk iddiası var. Ne diyorsunuz?
Parti başkanı yanıtlıyor;
Bakın bu ülkede görevini tam yapan yargı organları var. Böyle bir yolsuzluk iddiasını mutlaka araştırıp gereğini yapacaklardır. Yargının alanına giren bir konuda ben böyle uluorta konuşmam. Gazeteci su s pus uzaklaşıyor.
Yine dedem anlatırdı. Eskiden hiç te böyle değilmiş. Seçim dönemlerinde parti başkanları il il dolaşıp şehir meydanlarında sesleri kısılıncaya kadar bağırarak konuşurlarmış. O zamanlar böyle gelişmiş ses sistemleri olmadığı için herkes bağırarak konuşmak zorundaymış. Kimse volüm düğmesi diye bir şey bilmiyormuş.
Şehir meydanlarında yapılan bu bağırma yarışlarında, parti başkanları birbirlerine çok ağır sözler söylerlermiş. Bu sözler bazen televizyon yayınlarında biiippp diye kapatılan türden olurmuş. Parti başkanları sürekli birbirlerini hırsızlıkla, yolsuzlukla suçlarlarmış. Halkımız kim daha az çaldı ise ona oy verirmiş. Çünkü o zamanlar hiç çalmayan aday bulmak çok zormuş.
İşte bunları düşünüp şükredelim bugünkü uygar, terbiyeli, kültürlü, birbirine saygılı liderlerimize, adaylarımıza.