Dünya ezilmişlerin sözcüsü mehdi!

Yunus Emre'nin, ''Yaradılanı severim, yaradandan ötürü'' sözüyle, Mevlana'nın ''Her ne olursan ol yine gel'' sözleri var. Ortada bütün insanlığa kucak açan bir felsefe var.
''Bizlere 1492 yılında inançları ve yaşamları arasında tercihte bulunmaya zorlanan Yahudi toplumuna kucak açtıran da bu insan sevgisidir''.
Bütün bu anımsatmalar, ikinci sınıf olarak aşağılanan halk kesimi içindir. Osmanlı Padişahı Kanuni S. Süleyman da Batı dünyasının ikinci sınıf vatandaş olarak gördüğü Yahudilerin mehdisi olmuştur. Yahudiler Kanunîyi kurtarıcı olarak görmektedir ve 500. yıllarını kutlamışlardır. 
Mehdi, kurtarıcı demektir. Ahmet, İsa… hepsi kurtarıcı demektir. Nebiler, Allah adına kurtarıcılardır. Resuller de nebiler adına kurtarıcı rolündedir.
Nebi, vahyi ve vahiylerin oluşturduğu Kitab"ı Ruh"ul-Emin aracılığıyla kaynağı Arş"ın ötesinden alan olağanötesi kişiliklerdir.
Resuller de o Nebilerin vahiylerini yorumlayan, devletler kurup gerekli bilirkişiler kurulu bünyesinde anayasa geliştiren ve böylece dünya devletleri arasında dik duruş gösteren siyasi kişilikler topluluğu mehdidir.
Kur"an-ı Kerimde, Resul kavramı çok açık tanımlanmaktadır:
“Ey Rabbimiz! O ümmet içinden en seçkin birisini; Senin âyetlerini tanıtıp yaşatacak, imam-hilafeti onlara öğretip arıtacak bir Resulü; yeniden ışınla” Bakara Sûresi: 129.
“Andolsun Allah inanan insanlara itiştirme gücü vermiş; canlarından öyle bir Resulü yeniden ışınlamış ki ayetlerini onlara yaşar-anlatırken çağın anlaşılmazlarını çözümleyip temizler; imamet-hılafeti onlara öğretir. Oysa ta baştan yalın anlaşılır mefkûresizlik içindeydiler”. Âl-i İmran Sûresi: 164.
“Senin Rabbin, ayetlerimizi yaşayıp anlatacak pek çok resulü toplumlarının bağrından çıkarmadıkça hiçbir uygarlığı ölüme sürüklemedik; halkı zalim karakterli olmadıkça o uygarlığı silmiş olmayız” Kasas Sûresi: 59.
“O, ümmîlerin kendi içlerinden, Resûl ışınlayan Güçtür; âyetlerini onlara yaşayıp anlatan, kuşkulu ortamlardan arındıran; imamet-hilafeti düzenleyen... Onlar ta baştan, yalın anlaşılır mefkûresizlik içindeydi. Sonrakilerin de... henüz yetişmemişler” Cumu"a Sûresi: 2.
  “Küfrü yaşatan, müşrik sözde Kitaplılar, kendilerine sivil irade beyyine; hiç el değmemiş sahifeleri okuyup yaşatacak Allah Resûlü gelmedikçe varlıklarını sürdüreceklerdi; bünyesinde çağdaş anayasalar olan sahifeyi...” Beyyine Sûresi: 2.
Bu son âyet-i kerimede Resûl; devleti kuran siyasi irade olarak tanımlanmaktadır ve “bünyesinde çağdaş anayasalar olan sahifeler” biçiminde anlatılmaktadır.
İşte benim kaleme aldığım meal-tefsirde bu âyet-i kerimeler bu biçimiyle düzenlenmiş ve yorumlanmıştır.
Bu âyet-i kerimelerdeki “hüküm-hikmet”, “ilim-hikmet”, “hüküm-nübuvvet” ikilileri “imamet-hılafet” ikilisi olarak yorumlanmıştır.
Biraz daha açıktan yorumlarsak: “yöneten-yönlendiren” biçiminde açıklarız. “Yöneten” Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet üyeleri… olurken “yönlendiren” seçimle işbaşına gelen maneviyat kulüp başkanlarıdır. Devleti oluşturan siyasi irade sahipleri, her zaman anayasa yaparken bu ikiliyi özenle maddelerin arasına sıkıştırır.
İşte Kur"an-ı Kerimde Resûl, bu görevi üstlenen siyasi irade sahibi kadrolar olmaktadır.
Eğer ben bundan kırk yıl önce bu makaleyi kaleme alsaydım başka bir siyasi Müslümandan söz ederdim.
Eğer Tanzimat sonrası Osmanlı imparatoru döneminde bu makaleyi kaleme alsaydım Abdulhamit"ten söz ederdim.
Eğer Emevi diktatoryası sonrası yetişseydim bu Resûl kavramını Ömer b. Abdulazız"e severek yakıştırırdım.
    Kur"an-ı Kerimdeki Resûl kavramından ben bu anlamı çıkarmışım ve severek bugün bu biçimde yorumluyorum. Belirli ve özel kişileri değil de bu anlatılanları üzerinde taşıyan herkesi ve kadrosunu Resûl olarak adlandırıyorum. Amaç, mehdiye yeni ve çağdaş anlam yüklemek, kurtarıcı olarak dünya ezilmiş statüsünde mutağallibe tarafından ezilen ve ikinci sınıf vatandaş gibi karşılanan insanlara kucak açan ve dünyada ses getiren büyük insanları ve çevresinde etten duvar oluşturanları anlayıp kavratmaktır.
Ben Mehdi değilim Yaşar Nuri Öztürk mehdi değildir. Evrenesoğlu Resûl veya nebi değildir. Ama yukarıdaki âyet-i kerimelerdeki görevleri yerine getirmek için çaba harcayan ve bu doğrultuda anayasa yapmak için kolları sıvayan, ama çalışmalarına mutağallibeler tarafından çomak sokulan ve kadrosu ile birlikte kefen koltukta yaşayanlar mehdidir ve Kur"an-ı Kerim onlardan Resûl olarak söz etmektedir.
“Likülli Fir"avnin Mûsâ”; “Her Firavun"un bir Musa"sı vardır” sözünü kendime düstur edinmişim. Her çağda Firavunlar; yani deccallar olduğu gibi, onların karşısında her çağda Kurtarıcı Musalar; yani mehdiler vardır.
Vahiy alan ve Kitap getiren Nebiler artık bitmiştir; ancak o Nebilerin Kitaplarını çağlara göre göre yorumlayan, anayasalar düzenleyip devletleri yöneten siyasi kadrolar olan Resûller kıyamete kadar sürecektir. Ben Kur"an-ı Kerimden böyle anlıyorum ve tanım getiriyorum. Tabii ki eleştiriler sizden; ama olumlu ve ideolojik saplantılara kapılmadan eleştiri…
İşte bu resullerden, çağındaki kötülere dik duruşlarla meydan okuyabilen ve kabul gören siyasi irade sahibi kadrolar da mehdi olmaktadır.
Biz bu yakıştırmaları; belirli kişileri hedef alarak, maddî ve siyasî yararlılıklar bekleyerek yapmıyoruz. Nâtık Kur"an-ı Kerime yirmibirinci yüzyılda, Yüce Mevlam adına canlılık ve uygulanabilirlik getirmek için ve bir görev olarak katkıda bulunmak için bu satırları bütün cesaretimle kaleme alıyorum.
Şimdi bu çerçevede günümüzün siyasî oluşumlarını ele alalım. “Medeniyetler İttifakı ll. Formu”nun yapısını değerlendirelim. Tamamen Başbakanımız Sayın R. Tayyip Erdoğan"ın cümlelerine dayanarak yorumlar geliştirelim: 
“Ön yargılardan arınmak için Batı toplumlarının İslam alemini daha yakından tanımalarını nasıl bekliyorsak, İslam aleminin de Batı'yı daha yakından tanımasını istiyoruz. Bir yandan nüfusunun tamamına yakını Müslüman olan diğer yandan Batı değerlerini özümsemiş ve devletini bu değerler üzerine kurmuş bir ülke olarak Türkiye, bu özgün konumunu en iyi şekilde kullanmaya kararlıdır. Bu doğrultuda İslam dünyası ile ilişkilerinde önemli bir işlev gören İKÖ'deki öncü kurumumuzdan etkin şekilde yararlanmaya devam ediyoruz. İKÖ, daha demokratik ve şeffaf bir kurumsal hüviyet kazanmış durumda. Bu gibi evrensel, ideal değerlerin İslam dünyasında da daha geniş zemin bulmasına katkı sağlamaya devam edeceğiz.''
''Bu noktada, bir hususun üzerine vurguda bulunmak istiyorum; ifade özgürlüğü ve serbest yayın hakkı gibi demokratik bazı özgürlüklerin arkasına sığınılması suretiyle İslam dünyasının hassas olduğu konuları art niyetle hoyratça ve rencide edici şekilde işlemenin kabul edilemeyeceği bilinmelidir.”
Barack Hüseyin Obama, kendisini Amerikadaki ikinci  sınıf vatandaşın oğlu olarak anlatmıştır. Washington'ı dolduran, çoğunluğu siyah geniş kalabalıklara seslenen Obama, kendisini: ''babasına 60 yıl önce lokantada hizmet verilmeyen bir adamın oğlu'' olarak yanıtmıştır. Ama bugün Beyaz Saray'a çıkarak yemin etmesinin önemine işaret etti.
“Sizi asla ve asla hayal kırıklığına uğratmadık. Bundan sonra da Allah'ın izniyle uğratmayacağız. 14 Ağustos 2001"de partimizi kurduğumuzda dedik ki:
“Bu milletin başı öne eğilmeyecek. Bu millet kendisini yalnız, kendisini itilmiş, ötelenmiş, güçsüz ve umutsuz hissetmeyecek" dedik. Hamdolsun 6 yıldır yaptıklarımızla bu milletin başını dik tuttuk, itibarını yükselttik, Türkiye'nin saygınlığına halel getirmedik.
Hiç endişe etmeyin evelallah biz dik dururuz, biz dik dururuz. Siz dik durdukça biz dik dururuz, hiç endişe etmeyin”.
“Kimi "Tansiyonum çıktı valla!" derken kimi "olmaz ki ef"em... Diplomatik üslup... Batı ne der... İsrail lobisi ne buyurur? Sonracığıma, Ermeni Tasarısı, Kongre"den geçer... Obama randevu vermez...”
 “Ben siyasetten gelmiş birisiyim. O diplomatların, hele hele monşerlerin adetini pek bilmem. Bilmek de istemem. Sadece ben Türkiye Cumhuriyeti"nin, Türk milletinin onurunu A"dan Z"ye sonuna kadar korumakla mükellef olduğumu bilirim. Bu benim karakterimdir.”
 “Yamalı bohça gibi koalisyonlar ülke için çözüm üretmek bir yana, her gün yeni bir sorun üretiyordu. Türkiye'nin üzerinde adeta kara bulutlar dolaşıyordu. Türkiye hem içerde hem dışarda saygınlığını yitirmiş, yabancı liderler karşısında el pençe divan duran liderler yüzünden "Acaba biz bu muyuz?" diyen bir millet durumuna düşmüştük. "Bu millet buna layık değil" dedik”.
“O diplomatların, hele hele monşerlerin adetini pek bilmem. Bilmek de istemem” diyen Erdoğan hakkında emekli diplomat Batu: “Başbakan"da fevri davranışlar, herkesi azarlama eğilimi var. Monşer lafı eğer halktan kopuk anlamına geliyorsa, bütün diplomatlar orta halli halk çocuklarıdır”.
Türkmen: "Daha sosyetik, çok kibar, hafif züppe", herhalde bunlar kastediliyor. O dönem "azizim" anlamında kullanılırdı. "Ben çıtkırıldım değilim. Böyle gürlerim" demek istiyor; beni güldürdü.
Özülker: Bize bakanlıkta ilk öğretilen şey, "müzakerede ilk sinirlenen kaybedendir."
Temiz siyaset için uğraşan başbakan, muhalefetteki siyasi partilere monşer diyor:
“Bunlar monşer geldiler, monşer gidiyorlar. Siyasete de böyle devam ediyorlar. Niye? Eğer monşer değilsen, bu işin hakkını ver. Bu ülkenin kaderine olumlu katkıda bulun biz de alkışlayalım. Öyle millete tepeden bakmak suretiyle: “milletin vekiliyim” denmez. Tepeden bakamaz milletin arasına girer. "Bunlar cahil bunlar anlamaz" diyemez.
Şu anda yandaş medyaları var. Yandaş köşe yazarları da var. Benim vatandaşıma, AKP'ye oy vermişse yakıştırdıkları şu; "Bunlar göbeğini kaşıyorlar”.
Daha sonra Mevlana'nın "Sevgiden acılıklar tatlılaşır, sevgiden bakırlar altın kesilir, sevgiden tortulu sular arı duru hale gelir. Dertliler şifa bulur, ölüler dirilir. Sevgiden padişahlar kul olur" dizelerini hatırlatan Erdoğan şöyle devam etti:
“Bu özgür ülkede herkes kendi kimliğini ve inancını dilediği gibi tanımlayabilir. Dilediği gibi yaşayabilir. Birlik esasında, daha güçlü olma sevdasındayız. Siz- biz ayrımı olmaksızın hepimiz bu ülkenin ev sahibiyiz.
Türk dış politikası, tek partili siyaet döneminden bu yana: “Etliye sütlüye karışmamak... Batı"nın işaret ettiği yolda yürümek... Fikir üretmemek... Uluslararası ya da ulusal konularda, başta ABD, Avrupa ne diyorsa onu yapmak” üzerine kurulmuştur.
Sadece rahmetli Turgut Özal, kişilikli bir dış politika izlemiş, Türkiye"nin en büyük ayıplarından biri, BM"de Cezayir"in bağımsızlığına, Batı"nın sömürgeci tayfasıyla birlikte "hayır" oyu vermesini açıkça kınamış, dahası Cezayir"e giderek Cezayir devletinden ve halkından özür dilemişti.
Obama iktidarı, Ortadoğu"da Türkiye"yi, BOP"un başına oturtacaktır. İsrail-Filistin sorununun çözüm yolu artık ne Kahire"den, ne Şam"dan, ne Riyad"dan geçiyor. Yol Ankara"dan geçiyor! Filistinliler, en başta, uzlaşma masasında Türkiye"yi isteyecektir.
Elitist monşerler, yıllarca hiç bir iş yapmadan, Dışişleri Bakanlığı koridorlarından, "Hello... How are you?" diye dolaşmalarının hesabını vermek zorundadır artık!
Dünya basını diyor ki:
Aslında Başbakan Erdoğan, dünyadaki milyarlarca sessiz insanın duygularını dile getirdi" Tek gıkı çıkmayan Suudi basınıyla Mısır basınıdır. Çünkü "prenslerinin" kimileri Betty Ford Kliniği"nde her yıl alkol ve uyuşturucu tedavisi gören, 150 metrelik yatlarda dolanan, (ARAMCO)"nun buyruğunda çalışan bir sülalenin manevi iflasıdır. Hüsnü Mübarek"se, Nasır"ın Mısır"ını, Kral Faruk"un Mısır"ına nasıl dönüştürdüğünü anlatmak ve açıklamak zorunda kalacaktır yakın bir zamanda.
Mussolini"nin diplomatları hasta adam Anadolu"yu paylaşmak isterken Mustafa Kemal Atatürk:
“Mussolini"ye söyleyin, çizmemi ayağıma giydirmesin!” demişti.
İsmail KÜÇÜKKAYA Akşam
İşte artık Obama"nın Ankara ziyareti bize göre mehdinin ayak sesleri olmaktadır.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Salih Parlak Arşivi
SON YAZILAR