GEÇİT YOK
[Şehre bakan –yani belediye başkanı olarak diyorum- kendi mesleğiyle bakar adeta. Bir ara diş doktoru bir başkan, diş çeker gibi değiştirmişti bir caddenin adını. Cadde de sokak kadar bile değildi oysa genişlik olarak; buna aldırmadı elbet… Yeni Hamam Caddesi’ni pat diye Fatih Sultan Caddesi yaptı. Kendisine sorulduğunda, orada artık bir hamam olmadığını söyledi, dersin ki rahmetli Fatih Han o caddeden geçmiş de…. O da öyle bir adamdı, yüzü yıllar sonra çıktı ortaya, o da ayrı… Okulları da değişebilir şehrin. Kişisel tarihiniz tarumar olur. Şehrinizi ihanet ettirirler size.]
Tarih yapar insan. Ve tarihini yazar. Zira varlığının “bilincinde” olan tek canlıdır. Tarihi kadardır insan. Kişisel macerasını, geçmiş ve bugün izleğinde yaşar. Geçmişinden “geçemez”. O geçse bile, geçmiş izler onu.
Kendini “fark”etmek hangi yaşlara denk gelirse işte, o yaşlarda toparlanır bir dağarcıkta, zihnin labirentlerinde. Yıllar sonra, hiç üzerinde durmayan bile, bir hatırlatma kırıntısından, koca bir kişisel tarihe gider. Bir çocukluk arkadaşı mesela, mesela eski okulunuzun önünden geçmek... Yeniden, beyaz yakalı, siyah önlüklü çocuk olursunuz. Öğretmeninizin anne elini özlersiniz, yakıcı bir hasretle.
Size dünya kadar gelen bahçesinde o okulun, oysa küçücükmüş, nasıl koşturduğunuza şaşarsınız. Şaşarsınız, bu daracık alan, size nasıl da dünya kadar büyük gelmiş. Tarihi kadardır insan; oraya sığdırdıkları kadardır. Ve geçemezsiniz, o sizden hiç geçmez zaten...
Kalıcı izler bırakan çağlardır çocukluk. Bir uzun maceranın, hayat yolculuğunun içi boş kumbarasıdır. Ferah feza çağlardır. Yeryüzü saltanatınız, siz de kralısınızdır o dünyanın... Tüm kalbinizle inanırsınız, babanız tüm babaları döver...
Bayram dediğiniz, o yıllarda bayramdır asıl. Bulvarlarda resmi geçit yapmak, rengârenk kıyafetler içinde, asker adımlarıyla, arşınlamak yolu... Bir gün sonra, tüm bayram fotoğrafları fotoğrafçıların camlarındadır. Foto Bahri’nin camından seçersiniz, içinde bulunduğunuz tüm kareleri. Yıllar sonra, kara kara düşündüren o neşe taşan kareleri...
Doğduğum, daha doğrusu kendimi asfaltsız, arnavut kaldırımlı yolunda bulduğum, o ince geçidi arşınlıyorum. Ben ondan hiç “geç”medim... Kırk küsur yılıma ordan “dağıldım” ben. Hayat dediğimiz tarihimin “baş”ı ora. Asfaltsız günlerinde, yağmurun oluklar bulup akışını izlediğim penceremdeyim hâlâ. Hâlâ, ekmek kırıntısıyla beslediğim, sinek ölüleriyle sevindirdiğim karıncalarını hatırlıyorum.
Tarihimiz kadarız. O halde hep uyanık tutmalıyız çocukluğu; o, tarihler başlangıcı çağı...
Evet, ben Gazioğlu Geçidi’nden geçiyorum. Tunçtan bir dağı deşip “geç”er gibi...
Tarihi kadardır insan. Tarih yapan ve tarihi yazan tek canlı...
İlâve: Gazioğlu Geçidi’ni sokaklığa terfi ettirmişler duvardaki tabelayla… Şehirde, farkındasınızdır eminim, hiç çıkmaz ve geçit ismi yok artık; maalesef…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.