GÖÇEBELİK VE BUGÜN
Türk toplumunun en belirgin vasıflarından biri ve beklide en önemlisi göçebelik olgusudur. Aslında çok geniş bir kavram olan göçebeliği kısacık bir yazıda anlamlandırmaya ve bugün ile irtibatlandırmaya çalışmak nafile bir gayret olacaktır. Ancak yine de günümüz toplumunu ve kendimizi anlamak açısından böyle bir zorunluluk var.
Yerli veya yabancı olsun hemen hemen tüm Türkiyatçılar, Türklerin esasen göçebe bir toplum olduğu hususunda hemfikirdirler. Türklerin tarihte görünmeye başladıkları ilk vakitlerden (yaklaşık MÖ1000) 20yy başlarına kadar göçebeliği bir şekilde sürdürmüşlerdir. Tarihi bilerek uzatıyorum çünkü bugün dahi Toroslarda, Ege"de göçebeliği sürdüren Yörük Türkleri yaşamaktadır.
Türk tarihi, tipik bir göçebelik tarihidir. Kurdukları tüm devletlerde göçebeliğin damgası vardır. Bozkır hayatının tabii neticesi olan göçebelik, kültürel ve sosyal hayatın da en belirleyici unsuru olmuştur. Örneğin yaşanılan ev kalıcı değil, anında ortadan kaldırılan bir mekân olarak kaşımıza çıkar. Göçebe çadırını kaldırdım mı geçmişi siler yepyeni bir başlangıç yapar. Bu durum şu hayati meselenin de temelini oluşturur; göçebede bir mekân duygusu, bununla beraber yerleşik bir sistem anlayışı yoktur. Evlilikler, doğum, ölüm, hayvan ve bitki ilişkileri velhasıl tüm sosyal ve kültürel hayat göçebelik etrafında gelişir. Yine örneğin bir at olgusunun Türklerin hayatındaki yeri başka nasıl izah edilebilir ki? Türklerin bu kadar devlet kurup yıkmaları, büyük imparatorluklar haline gelmeleri, asker-millet olarak nam salmaları da yine bu göçebelik olgusu ile açıklayabileceğimiz durumlardır.
Altay Dağlarının eteklerinde tarihi başlayan bu çok hareketli, renkli, akışkan millet, nallarının altında dünyayı ezmiş, dünyanın efendileri olmuş, dostlarına güven düşmanlarına korku salmış ise sözünü ettiğimiz göçebeliğin bundaki payı eksik olamaz.
Diğer taraftan bu göçebelik her zaman olumlu etkiler de getirmemiştir. Medeniyetler daima duran toplumların kurabileceği büyük organizasyonlardır. Uygarlık, şehir hayatı, planlama en önemlisi düşünce ve felsefe at sırtında yapılan şeyler değildir. Durmak, durulmak, yerleşmek, kök salmak ile yapabiliriz bütün bunları.
Bütün bu olgular eşiğinde bakarsak Türklerde sistem geliştirme, uygulama, düzen, gelecek planlaması gibi organizasyonların sıkıntılı olduğu görülmektedir. Göçebeliğin ve şifahi kültürün getirdiği bu sorunlar Türk kültür hayatının en büyük sorunları olarak hala karşımızda durmaktadır.
Bir türlü; oturmuş, mekân fikrini iyi kullanan, planlaması uzun vadeli yapılmış yaşanabilir şehirler kuramamamızın da altında bu göçebelik içgüdüsü yatıyor olmasın?
Bütün bunların ötesinde Türklerin en büyük tarihsel özellikleri akışkanlıkları ve uyumdur. Türkler tarihte medeniyet kurucu değil medeniyet taşıyıcı bir millet olarak var ola gelmişlerdir. Bu özelliklerini de göçebeliğe borçludurlar. Ancak artık tarihin bu kırılma anlarında şapkamızı önümüze alıp ne yapacağımıza karar vermeli, nasıl bir millet olmamız gerektiği hususunda ciddi ciddi kafa yormalı ve geleceğimizi buna göre inşa etmeliyiz.