İlginç Zamanlar
Geçtiğimiz hafta kreşte öğrencilere iç ve dış kavramını öğretmek için bir yöntem uyguladım. Ülkeleri temel alarak iki öğrenci seçtim.
İki ayrı ülkeyi temsil eden bu öğrencilerin sınırlarını kırmızı bir kurdele ile belirledim. Diğer çocuklar da bu iki ülke arasında gidiş geliş yapan vatandaşlar oldu. Çizgiyi geçenler içeride, geçmeyenler dışarıda olduğunu anlatırken, bununla birlikte ülkelerin sınırları olduğunu da algılamış oldu çocuklar..
-Sınır ne demek? Diğer alanın hiçbir işine karışmamak girmemek demektir.-
Ancak bunu öğretirken yanlış yaptığımı fark ettim. Yıllarca şikayetçi olduğum konu hep şuydu: Eğitimciler; derslerde anlatılanların gerçek hayattan farklı olduğunu neden bizlere söylemiyor? Bu yakınmanın cevabını bulamazken, aynı hatayı benim de yaptığımı gördüm. Nasıl mı?
Çocuklara iki ülke arasındaki sınırı somut olarak gösterdim. Bunun anlamı; ülkelerin birbirlerinin sınırlarını istedikleri gibi aşamayacakları, iç meselelerine karışamayacakları demek oluyordu. Rasyonalist bakış açısı ile doğru olan buydu. Çocuklara bu gerçekliği öğrettim. Olması gerekeni.
Şimdi isterseniz, bu bilginin bir de günümüzde nasıl uygulandığına bir bakalım. Sıcak ve bizleri ilgilendiren önemli bir konu: Suriye ile Türkiye ilişkileri.
Bağımsız yönetimlere sahip bu iki ülkenin birbirlerinin iç meselelerine dahil olma gücü iç- dış kavramlarında ki bilgiye göre imkansız. NATO ve BM'nin var oluş sebeplerinin gerçek hak savunuculuğu yapmak olmadığını da bildiğimize göre ortada büyük yanlış var.
Gelgelelim, Türkiye kendi toprakları dışında gelişen bir iç savaşa müdahale etme hakkını kendinde buluyor. Vicdanla, insan haklarıyla, demokrasiyle yaklaştığını dillendirerek, medyayı, bazı sivil toplum örgütlerini hatta vatandaşları da arkasına alıp yapıyor bunu üstelik.
Burada diğer ülkelerin tutumuna bakarsak, 1. Dünya Savaşı'ndan sonra bölgesel alt rejimi kuran İngiltere sessizce olan biteni izliyor. Suriye'yi sömürgeleştirmeyi deneyip başarısız olan Fransa'da olabilecek en uzak mesafeden sorunla ilişkisini sıcak tutmaya çalışıyor. Bu güçler arasında sadece Türkiye, kocaman bir yalanla uçsuz bucaksız okyanusa düşüncesizce dalmış tek ülke.
Zulüm gören halkın yanında olmak ilkesi hatırlatılıyor sürekli hükümet sözcüleri ve yandaş medya tarafından. Akıllara gelen ise; Bahreyn ve Yemen halklarının eli kanlı diktatörlere karşı ayaklandığında ilkeli hükümet neden sessiz kalmıştır?
Tüm bu karşıt tutumlara yönelik Şam'da bayrak yakma eylemi gerçekleşti. Bu kuşkusuz görmezden gelinmeyecek bir hareketti. Bu bayrak yakılmasına karşı ülkemizden tepkiler en çok muhalefetten geldi. Ancak hükümetin aylardır Suriye topraklarına yaptığı sözsel saldırıları sorgulama ihtiyacı duymadılar.
Madem hükümet Suriye'de, demokratik değişim için terörü etkili bir araç olarak görmeye ve desteklemeye başladı, öyleyse PKK'nın aynı amaçlı teröründen neden şikâyet ediyor? Erdoğan ve Davutoğlu'na Suriye'de dökülen kanı destekleyip ve teşvik ettiklerini söyleyecek bir tek milletvekilimiz yok mu?
ABD Dışişleri bakanı Hillary Clinton yaptığı son açıklamasında; Türkiye Suriye'ye baskıları arttırmalı diyor. Bu açıklama sonrasında öğrencilere öğrendiklerinin pratikte bambaşka olduğunu söylemek de lazım gelir artık
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.