İSTANBUL'UN FETİH TARİHİ
Muhyiddin İbnü’l-Arabî Füsûsu’l-Hikem adlı eserinde şöyle buyurur: “Firavun, zuhûr edecek olan Hazret-i Mûsâ’yı imhâ için rivâyete göre yetmiş bin mâsumu katletmiştir. Bu çocukların hepsi, Hazret-i Mûsâ’ya hayatında imdâd olmak, onun rûhâniyetini güçlendirmek için öldürülüyorlardı. Çünkü Firavun ve Firavun ailesi Mûsâ’yı henüz bilmiyorlarsa da Hak Teâlâ biliyordu. Elbette bunların her birinin alınan hayatı, Mûsâ’ya âit olacaktı. Zîrâ gâye o idi.”
Nitekim İstanbul için her fetih hamlesi, müstakbel feth-i mübînin rûhâniyetini takviye etmiştir. Yâni Mûsâ -aleyhisselâm-’ın zuhûru ile İstanbul’un fethi arasında sanki bir kader benzerliği vardır.
Bir diğer husus da, Allâh’ın bir kula takdîr buyurduğu şerefli bir hizmetin, zâhirde mümkün olabilmesi için o kula önce liyâkat ihsan buyurması gerekir. İşte bir de bu yönden bakılınca, Fâtih’in şahsiyetindeki zâhirî ve bâtınî kemâl de bu fethin gerçekleşme sebeplerinden biri olarak açıkça görülmektedir. Bu kemâl ve liyâkat, Fâtih’in bütün fiil ve harekâtında müşâhede olunduğu gibi, onun sayısız vakıflarının vakfiyelerinde de görülür. İşte bunlardan biri: “Ben ki İstanbul Fâtihi abd-i âciz Fâtih Sultan Mehmed, bizâtihî alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul’un Taşlık mevkiinde kâin ve malûmu’l-hudûd olan 136 bâb dükkânımı aşağıdaki şartlar muvâcehesinde vakf-ı sahîh eylerim. Şöyle ki:
"Bu gayr-i menkulâtımdan elde olunacak nemâlarla, İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tâyin eyledim.
Bunlar ki ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu hâlde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki yevmiye 20’şer akçe alsınlar. Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tâyin ve nasbeyledim.
Bunlar ki ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar, bilâ-istisnâ her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise şifâsı, ya da mümkün ise şifâyâb edeler. Değilse, kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin Dâru’l-Aceze’ye kaldırarak orada salâh bulduralar!
Maâzallâh herhangi bir gıdâ maddesi buhrânı da vâkî olabilir. Böyle bir hâl karşısında bırakmış olduğum 100 silâh, ehl-i erbâba verile! Bunlar ki hayvânât-ı vahşiyyenin yumurta veya yavruda olmadığı sıralarda balkanlara çıkıp avlanalar ki zinhar hastalarımızı gıdâsız bırakmayalar.
Ayrıca külliyemde binâ ve inşâ eylediğim imârethânede şehîd ve şühedânın harîmleri ve Medîne- i İstanbul fukarâsı yemek yiyeler! Ancak yemek yemeye veya almaya bizâtihî kendileri gelmeyip yemekleri havanın loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle!..”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.