Moda ve sanat
Hayatın içinde bir hengameye kapılmış giderken, önümüze sunulan çoğu şeyin aynılığından ötürü yani, aynı nesneleri, kişileri ya da yaşama biçimlerini görmekten ileri gelen bir durumdur "alışkanlık körlüğü". Bu alışkanlıklara moda da diyebilirsiniz, her ne kadar değiştiği savunulsa da (yalnızca giyim modasını kastetmiyorum).
Bunun daha ötesindeyse, farklılıkları görememenin getirdiği bir durum olan "duyguların ve düşüncelerin kütleşmesi" ortaya çıkar ve "duyarlıklardan yoksun kalışımızın" resmi tamamlanır böylelikle. Che Guevera'nın basılı olduğu tişört ve ayakkabılar modasına, bilgisayar oyunları modasına, Hollywood filmlerinin art arda ürettiği kahramanlar modasına ya da aynı çizgilerle üretilen otomobiller modasına zihinlerin tutsak edilmesiyle açığa çıktığı üzere.
Bu hallere tutsak olunmamasını sağlayacak tek şeyse "sanat" ve onunla donatılmış "düşünce"dir. Çünkü insan, kendini sanatla ve düşünceyle var kıldığı sürece, hayatta olup bitenleri ve kendine sunulanları görmenin ötesine taşır benliğini. Gördüğünün ötesindekileri özümseyerek kendini ve beğenilerini geliştirir. Değişim de varoluşun bir yasası olduğundan kendini değiştirir.
İnsan, yaratılışındaki bu değişim itkisiyle hemhal oldukça, kendini aşma ihtiyacını görecek ve sanatla bütünleşmiş olacaktır. Çünkü sanat, aynı zamanda "varolandan kaçış"tır Ali Şeriati'ye göre. Malraux göreyse, "ölüme karşı tek yanıtı"dır insanın. Sanata ilişkin sözlerinde Tolstoy'a göre, "İnsanın bir zamanlar yaşamış olduğu duyguyu başkalarında hissedebilmesi için hareket, ses, çizgi, renk veya sözcüklerle belirlenen biçimlerde ifade etme ihtiyacı"dır. Picasso'daysa sanat, "hakikat değil, bize hakikati anlamayı öğreten yalan"dır.
Sonuçta sanat, bizi aynılıklardan kurtarıp değiştirir ancak yalnızca değişim değildir. Gerçekleri anlamamıza, duygularımızı kavramamıza ve yaşamamıza, varolanları aşmamıza yarayan yaratısal bir üretimle birlikte eleştirel düşünce yeteneği de kazandırır. O nedenle de sanatta yanılgı yoktur. Çünkü, hayatımızdaki her bir nesneye duygu ve düşünecelerimizi egemen kılmamızı sağlayarak insanoğlunun geçirdiği dönemlere göre de kalıcı etkiler getirir.
Bu sayede insanoğlunun duyarlığı gelişir. Duyarlığı gelişen insanlar da, orta malı olan her nesne, kişi ve düşünceyi ayıklar hayatından. Günümüzde moda denen şeyse, gündelik hayatın akışı içinde var olan nesnelerin, kişilerin, olguların ve yaşama biçimlerinin orta malı olması durumudur. Sanatın ve düşüncenin yanılgısız, kalıcı değişimleriyle oluşan yaşam alanlarında kendine yer edinmeye çalışır.
Moda, sanat gibi değişim arayışı içerisindeki insanın ihtiyacından doğsa da allamalar ve pullamalarla "varolan her şeyi yeniden biçimlendirme uğraşı"ndan başka bir şey değildir. Sanat için söylenenlerin tam tersine... Sanatsal beğeniyle modanın ölçütleri de bu bağlamda aynı değildir. Hatta bir dönem, giyim modasında 19. ve 20. yüzyıl ressamlarının yapıtları giysilere basılmıştı, ancak pek işe yaramamıştı. Sanatta yanılgı olmamasının tersine moda bu alanda yanılmıştı. O yüzden sanatta ortaya çıkan her şey modayla kaynaştırılamıyor. Sanattaki kalıcılığın yerine modada gelip geçicilik öne çıkıyor.
Moda, daha çok kültürel başıboşluktan yararlanır. Belli yüzler, nesneler moda ögesi olarak hayata dahil edilir. Televizyonlarda, moda sayesinde boy gösteren moda aydınlar, şairler, romancılar, oyuncular, şarkıcılar, doktorlar; yiyecekler, mekanlar, kitaplar vb. gibi yer bulan her şey bunun en açık örnekleridir. O nedenle de, her alanda belli yüzler ve nesnelerle karşılaşma durumunda bırakılan insan, her an şartlanmaya hazır demektir.
Hiçbir kayıt şartın aranmadığı bu kültürel yozllaşmanın hakim olduğu bu ortamda, "alışkın kılınan insan", hayatta kendine bir "rol edinemeyecek" ve başkalarınca -ki moda dediğimiz şeyin üreticileri- istenilen biçimde oynatılır hale getirildiğinden "kukla olmanın ötesinde" bir yaşam süremeyecektir. Alabildiğine tadını çıkardığı bir hayatı olduğunu söylese de.
Sanat ve düşüncenin donattığı bir kimlikle hareket etmeyi başaran insanlarsa, duyarlıklarıyla bu sahteliklerin farkına vararak aldanmalardan kurtarabiliyorlar hayatlarını. Her ne kadar acı çekseler de...