Öfkemizle başa çıktığımız kadar insanız
Memnuniyet yönünde de olsa, memnuniyetsizlik yönünde olsa yaşamımızı anlamlı kılan duygularımızdır. Duygusal yaşantısı olmayana yaşıyor demek mümkün mü? Ona dense dense yaşayan ölü veya canlı ceset denir. Bizi ceset olmaktan çıkarıp yaşayan, yaşadığımızın farkına ve hazzına varan bir konuma taşıyan duygularımızdır.
Duygularımızın özüne uygun hissedilmesi ve yaşanması her şeyden önce, temel gereksinimlerimizin karşılanması ve karşılanmaması ile yakından ilgilidir. Gereksinimlerimizin doyurulmasında bazen engellerle karşılaşabiliriz. Engellenmenin hoş olduğunu, memnuniyet verdiğini söylemeyiz. Engellenmenin yarattığı duygu öfkedir. Engeller genelde öfke ve kaygı yaratmasına rağmen; aştığımız her engel, varoluşumuzun açık bir kanıtıdır. O engeller olmasaydı, varoluş yolundaki bulunduğumuz nokta değişmezdi. Bu nedenle iyi ki, engeller var diyoruz. Diyoruz, ama engelle karşılaşınca da öfkeleniyor ve çevremizdekileri kırıyoruz.
Öfkeyi kaynayan bir süt tenceresine benzetebiliriz. Sütün köpüren kısmı öfkedir. Oysa kabaran sütün altında kalan kısmı çok daha geniştir, yani öfkenin ortaya çıkmasına yol açan temel duygular burada gizli olup; kaynama burada gerçekleşir. Bu duygular; üzüntü, merak, yalnızlık, itilmişlik, kaygı, kıskançlık, haksızlık, hayal kırıklığı ve anlaşılamamak gibi duygulardır. Temel duygular birikip, sertleşip, katılaşınca, sütün üstündeki köpük artacağından taşması kaçınılmaz olur. İnsanların çoğu, öfkeyi sütün köpüğünde arar bu nedenle de bir türlü çözümlenmemiş duygulara ulaşılamaz.
Engellendiğimiz de öfkelenmemiz oldukça doğal bir durumdur, hayatın bir parçasıdır. Öfkelenmiyorsak; bir anormallik var demektir. Önemli olan öfkelenmemek değil, olumsuz bir duygu olduğu için öfkenin doğru yaşanması ve doğru boşaltılması gerekir. Yani süt tenceresinin altındaki ateşi düşürmek gerekir. Öfke, ister bireyin kendisiyle ilgili isterse karşısındakiyle ilgili bir nedenden kaynaklansın, özenle üzerinde durulup çözümlenmesi gereken bir duygudur. Gerçekçi olmayan, abartılmış, bireyi içerden yıpratan, engellemekte zorluk çekilen, başkalarına zarar verebilen, patlayıcı ve kontrol edilemeyen öfke, kişinin kendisi için olduğu kadar etrafındakiler için sorun yaratır, zarar verir.
Özelikle toplumu sevk ve idare eden her kademedeki kimseden tutun, anne ve babaya kadar herkesin öfkesini dilediği gibi yaşama hakkı yoktur. Toplumun, bizlere öfkemizle nasıl baş edeceğimizi öğretmede pek başarılı olduğu söyleyemeyiz. Olsaydı öfkeler, düşmanlığa dönüşüp kavgalar olmazdı. Bunun için hepimizin öfkemizi doğru ifade etme eğitime üst düzeyde gereksin duymaktayız. Bu eğitimde asıl amaç; saldırganlıktan uzak, şiddet içermeyen, kişinin kendisine ve çevresindekilere zarar vermeyecek şekilde duygusunu ifade etme becerisini kazanmasıdır. Öfkelendiğimiz kimseye karşı saldırma yerine ona empatik bir anlayışla yaklaşır, gerçeklerden hareketle düşmanlık yerine onunda değerli ve önemli olduğunu kabullenir, en kötü durumda bile olumlu bir bakış açısı içinde öfke duygumuzu onun kişiliğine değil davranışına yöneltirsek; öfkemizi kontrol etmeyi başarmış, kendimize ve çevremizdekilere zarar vermeden öfkemizi doğru olarak yaşamış oluruz. Hele de öfke, yerini sevgiye bırakırsa; işte o zaman her şey kına gibi un olur.
Uzun yıllar önce Çin"de Li-Li adlı bir kız evlenir ve aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar. Lakin kısa bir süre sonra kayınvalidesi ile geçinmenin çok zor olduğunu anlar. İkisinin de kişiliği tamamen farklıdır
Bu da sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar. Gelinle kaynana geçimsizliği, hemen her toplumda olduğu gibi Çin geleneklerine göre de hoş bir davranış değildir ve çevrenin tepkisini alır. Ev, birkaç ay sonra bitmez tükenmez kavgalardan dolayı cehennem haline gelmiştir.
Artık bir şeyler yapmak gerektiğine inanan genç kız, babasının eski bir arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır. Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı bir öz (terkip-ilaç) hazırlar ve bunu üç ay boyunca her gün azar azar kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler. Zehir az az verilecek, böylece onu gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı adam genç kıza kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını; ona en güzel yemekleri yapmasını söyler.
Sevinç içinde eve dönen Li-Li yaşlı adamın dediklerini aynen uygular. Her gün en güzel yemekleri yapar. Kaynanasının tabağına azar azar zehir damlatır. Kimseler şüphelenmesin diye de ona çok iyi davranır. Bir süre sonra kayınvalidesi de çok değişmiştir ve artık ona öz kızı gibi davranmaktadır
Evde artık barış rüzgârları, sevgi meltemleri estiği için, genç kadın kendisini ağır bir yük altında hisseder; yaptıklarından pişman bir vaziyette baharatçı dükkânının yolunu tutar
Yaşlı adama, o âna kadar kaynanasına verdiği zehirleri onun kanından temizleyecek bir iksir vermesi için yalvarır! Artık yaşlı kadının ölmesini istemiyor
Baharatçı, yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran Li-Li"ye bakıp, kahkahalarla gülmeye başlar! Sevgili Li-Li der, sana verdiklerim yalnızca vitamindi, mineraldi. Olsa olsa kayınvalideni sadece daha da güçlendirdin. Gerçek zehir, senin beyninde olandı. Sen ona iyi davrandıkça, öfke, yerini sevgiye bıraktı. Böylece artık siz gerçek bir ana-kız oldunuz.
Öyleyse diyorum ki, sözün doğrusu; öfkemizi dile getirme de daha duyarlı olalım. Bu konuda duyarlı olduğumuz kadar insan olabileceğimizi unutmayalım. Öfkelerimizin yerini sevginin alması umut ve temennisiyle
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.