Osmanlı Devleti Neden Kapitalistleşemedi?
Bugün Türkiye'nin ekonomik yapısına baktığımızda hepimizin şikayetçi olduğu birtakım nedenler mevcuttur. Tabii zaman zaman Türkiye tarihinde, ekonominin belirli dönemlerde çok iyi ve çok kötü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat burada tartışacağımız ya da düşüneceğimiz konu bunun daha ötesinde. Aslında bakarsanız bu mesele sadece Türkiye ile sınırlı değil. Türkiye zihniyeti, belirli kurumaları ve yapısı gereği Osmanlı Devleti'nden kopmuş ve belirli kalıplarını hala sürdürmekte olan bir devlettir, o halde bugünün durumu hakkında bize birkaç fikir vermesi adına Osmanlı Devleti'ndeki ekonomik zihniyet yapısına bakmamız yanlış olmayacaktır. Bir topluma kent devrimi yaptıran, bir topluma yaptırmayan şey nedir? Bir topluma uygarlık kurduran diğer bir topluma kurdurmayan şey nedir?
Yazının devamını okurken aklınızın köşesinde bulunması ve bu sorular ekseninde kendi içinizde tartışarak okumanız adına birkaç soru ile başlamak istiyorum; Acaba Osmanlı yöneticileri Batı tipi bir ekonomik gelişmeyi arzuladılar mı? Arzulamışlarsa da bunu gerçekleştirmek adına bir girişimde bulunmuşlar mıdır? Gelişen dünya ekonomisinde yenilik yapmak istenmişse de bu isteklerini sekteye uğratan şey ne olmuştur? Sermaye birikiminin, büyük ölçekli mülkiyetin, ekonomik sömürünün, serbest ticaret politikasının arlılık gösterdiği takdirde bir devlet memuru veya birkaç köyü kontrol edebilcek sipahi olabilirdi aynı zamanda yetenekleri doğrultusunda ulema sınıfına geçiş yapabilirdi. Feodal dönemde ise toplumsal sınıflarlar arası geçiş çok net çizgilerle ayrılmıştır. Osmanlı reayası toprağı düzenli işlediği takdirde ailesine miras olarak bırakabilir, toprak mülkiyeti padişaha ait olsa bile kullanım hakkı köylüye aittir ve ürettiğinin bir kısmı kendisine kalmaktadır. Fakat bir serf için bunu söyleyemeyiz, toprak mülkiyeti ve kullanım hakkı krala aittir. Osmanlı reayası kendi bedenine sahip bir kişidir. İstediği kişiyle evlenebilir, çalışmak istemediği durumda kimse onu zorla çalıştıramaz hatta çift bozan vergisini ödeyip toprağı terk edebilme gibi bir özgürlüğe de sahiptir. Fakat bir serf ancak derebeyinin istediği kişiyle evlenebilir ve toprağını terk etme gibi bir lüksü yoktur, işlemediği takdirde de birçok cezaya tabii tutulmaktadır. Avrupa'da yıllar süren baskı altındaki serflik süreci bir refleks olarak toprağa ve onun mülkiyetini ele geçirmeye, skolastisizmin baskısı ile dinsel kalıpları yırtmasına ve zenginliğe olan özlemi kâra dönüştürmesine sebep olmuştur. Avrupa'da yaşanan baskılı feodal dönem, kendi içerisinde çatışmalara sebep olmuştur ve yerine kapitalizm süreci başlamıştır. Osmanlı toplumu ise böyle bir durumun güdüleminde değildir. Çünkü Osmanlı köylüsünün toprak ile bir derdi yoktu. Toraktan ihtiyacını karşılayabiliyor, toprağı kendisininmiş gibi işleyebiliyor, en önemlisi de kendisi için gerekli olan ekonomik özgürlüğü sağlayabiliyordu. Bu durumda Osmanlı'nın feodal bir yapıda olmadığını söylemek mümkündür.
Osmanlı feodaliteyi anlamamış değildi, Avrupalı uluslar Osmanlı toplumu ile eş zamanlı olarak bir devlet bilincine ulaşamamışlardır. Yani Osmanlı feodal olamadığı için kapitalizme geçememiş değildir. Büyük su boyu ovalarına, tarımsal alanlara sahipseniz bunları korumak adına merkezileşmiş ordu sisteminiz ve devlet sisteminiz olmak zorundadır bu nedenle Osmanlı, merkezi devlet sistemine diğer uluslardan daha hızlı geçmiştir. Bu da demek oluyor ki; merkezin iktisadi dünya görüşü içinde sermayeyi, toprağı ve büyük kârları kontrol etmek zorundaydı. Mülkiyet de doğrudan devlete ait olmakla birlikte bunu paylaşacak bir aristograt sınıfta oluşamamıştır. Her aileye toprağı işlemesi için eşit miktarda toprak verilmesi, kişiler arasında üretim rekabetini ve soylu sınfını oluşturmamıştır.
Zihniyetsel ve devletsel olarak kapalı bir ekonomik sisteminin var olduğunu söyleyebiliriz. Topraktan daha fazla üretim elde edip bundan kâr etme düşüncesi yoktur. Bir derici bile ayakkabı üretip herkese farklı modeller satmayı hedeflemez, siz ihtiyacınız ne ise onu yaptırmak durumundasınızdır. Devletin ayakta kalabilmesi için halkın huzur içinde olması gerektiğine inanılırdı. Bu dşünceyle ekonomik nedenlere bağlı karışıklıkların önüne geçilmesi gerekiyordu bunun sonucunda da devlet ekonomiye müdahale eder konuma gelmiştir. Tüketiciyi korumak için kendi koymuş olduğu fiyatları ve pazardaki taraflardan zarar göreni korumak istiyordu. Bir malı biriktirmeye, ucuza alıp fiyatı yükseldiğinde satmaya, bir malın yalnıza birine ait olmasına sıkıca karşı çıkılmış, ayrıca bir malı alıp satmaya kalktığınızda ona en fazla %15'lik bir kâr ekleyebiliyordunuz, bu gibi kurallara uyamayanlar ise devlet tarafından cezalandırılmıştır. Osmanlı Devleti'nde iaşecilik anlayışı hâkimdir. Bir malın en kaliteli ve en hızlı bir şekilde halka ulaştırılması hedeflenmiştir. Kendi toplumunun ihtiyaçlarını karşılamaktan dış ülkelere satma aşamasına geçememiştir. Sonunda ise kendi tüccarı dış tüccarlarla ticarette savaşamaz konuma gelmiştir. Çünkü önceliği sürekli olarak haklına tanımıştır, zaten önceliği belirli bir sınıfa tanımış olsaydı sanayileşme o dönemde gerçekleşebilirdi. Meta-Para ilişkisinde ise bir meta paraya dönüştürülür bu para ise tekrar bir metaya dönüştürülür. Yani bir meta paraya ve tekrar sermaye birikimi için paraya dönüştürülmez. İhtiyaca yönelik harcamalar ön plandadır.
Bu sebeplerin yanındaki dış nedenler ise; Ümit burnunun açılmış olmasıyla bir yandan kutsal topraklarını korumaya bir yandan Akdeniz güvenliğini sağlamaya bir yanda da Güney'e doğru askeri ve ekonomik baskısını arttıran Rusya ve Avusturalya ile mücadele içerisinde olup aynı zamanda Avrupa'nın her geçen gün gerçekleştirdiği yeniliklere karşı bir şeyler yapılması sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. Bu zamanda Avrupa, kârın ve Doğu'nun zenginliklerine ulaşmayı hedeflemektedir. Coğrafi keşiflerle birlikte zenginleşme arzusunu ortaya çıkartmıştır. Bunu kendiliğinden bir açılma olarak algılamak yanlış olacaktır. Uzun zamandır siyasi ve sosyal baskı altındaki Avrupa halkının yıllarca süren yoksulluktan kurtulma arzusudur. Leo Huberman da feodalizmin yıkılmasını, Avrupa köylüsünü, “Toprağa açlar” olarak nitelendirmiştir. Sonuç olarak Batı'nın kendi iç dönüşümüyle kapitalist bir evreye geçtiğini görüyoruz. Osmanlı'da ise buna ihtiyaç duyulmamıştır. Bugünkü Türkiye'nin ekonomisini kapitalizm olarak adlandırabilmemizin sebeplerinden birisi ise Osmanlı toplumunun kendi iç değişim ve dönüşümü ile değil de zamanla diğer ulusların zorlamasıyla, baskısıyla, döneme ayak uydurmak gereksinimiyle kapitalist bir sisteme geçmek zorunda kalmasıyla açıklayabiliriz. Günümüzde de bu zorla geçilmiş bir sistemin tam olarak oturamadığını görebiliyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.