Sahte cennet internet!
Sadece biz ve bizim gibi bir kaç sevgili vardı, çıplak ayaklarıyla kumlara basarak, denizin dalgalarla anlatmak istediğini duymaya çalışan, serin bir Samsun yaz akşamında, Atakum sahilinde...
Topu topu üç beş çifttik rüzgarı içen...
Ne olmuştu bu insanlara?
Hiç mi sevdalı yoktu koca Samsun'da?
Türkiye'nin en uzun sahil şeridine sahip, geldiğim gün 'aşk şehri burası' dediğim kente ne olmuştu son bir kaç yıldır?
Tüm yazlıkların ışıkları yanıyordu da insanların içindeki kucaklaşmaları neredeydi hani?
Diye soracaktım ki!..
Açık pencerelerden bir ses duydum...
"Dı dı dı dük..."
"Falanca kişi oturum açtı" sesiydi bu...
"İnternete aşina olan çoğu kişi bunu bilir" diyeceğim ama hiç gerek yok galiba. Bu yazıyı okuyacak kişilerin istisnasız hepsi biliyor bu sesin ne anlama geldiğini...
İki üç adım sonra bir ses daha duyuldu dalgaları dinleyen kulağımız tarafından. Ve devam etti her evde aynı sesler: "Bir titreşim aldınız...", "Size... öpücük gönderdi...", "Dabülü dabülü bilmem ne nokta kom'a girin yeni hayatınızı ve arkadaşlarınızı bulun...", "Dalga sesi gönder...", "Üzgün adam şekli aldınız..." vs. vs...
Teknolojinin en son harikası, çağ kapatıp çağ açan büyük iletişim mucizesi İNTERNET!..
Demek ki bize bu mucizeden yararlanmanın bedelini böyle ödetiyordu!..
Yalnızlığın en kötüsünü, kalabalıklar içindeki yalnızlığı, dostlar arasındaki kimsesizliği sunuyordu bize.
Yapay, sanal dünyalar eşliğinde mutlu oluyordu insanlar. Bir zamanlar Alamut kalesi vardı. Hasan Sabbah sahte cennetler döşüyordu müritlerinin ayağına...
20. Yüzyılda eroin- kokain oldu sahte cennetlerin adı. "Bir hayal için ağıt" filmini izleyen varsa bilir. Bir iğnenin koldaki damara girmesiyle başlıyordu göz bebeklerinin büyümesi. Loş ve pis bir odada gözlerini kapayıp, kımıldamadan uzanan iki insan, kendini bir anda deniz kenarında mutlu mutlu sevişirken, doğayla kucaklaşırken buluyordu. Rüyalar, halisinasyonlar ve... Ayıldığında Amerika'nın gökdelenleri arasına sıkışmış, geçilmesi yürek isteyen arka mahallelerinde buluyordu insanlar kendilerini. Sonra bir iğne daha...
Önce insanı doğal cennetlerden kopardılar Alamut'ta mangalda yanan kenevir tohumuyla. Sonra dış dünyadan uzaklaştırdılar hammaddesi kimyasallarla işlenmiş haplarla. Şimdi de kendine yabancılaştırıyorlar iletişim araçlarının mucize gelişimiyle...
Yanı başındaki komşunun adını bilmeyen, yüzünü görmeyen insan evladı, yüzlerce kilometre uzaklıktaki bir mekanda, var olduğunu sandığı bir insan evladının, varsayılan bir isimle kimliğini ve kişiliğini tanıdığını sanıyordu...
"Tanışmak istedim sizinle" diye ekrana bir yazı düşüyor. "Tanı o zaman, şurada oturuyorum, şuyum buyum, şunu severim, bunu sevmem..."
Karşıdaki 'yazı' da tanıyor sizi böylece!..
Doğurduğu çocuğu tanıyamayan, birlikte top koşturduğu kardeşini tanıyamayan, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu eşini tanıyamayan, bir çok kez kendini bile tanıyamayan insan, tanıyıveriyordu karşısındaki yazıyı yazanı!..
Hatta aşık oluyordu!
Eroinin, insan beyninde oynadığı oyunların bedelini, kolu kesilerek diyet ödetmesi gibi, yuvalar yıkıyor, arkadaşlıklar bitiriyor, insanı içine kapatıyor, yavaş yavaş eritip yok ediyor mucize iletişim "internet"...
Ve biz çıplak ayaklarımızla bastığımız ıslak kumların üzerinde sevgilimizin teninin sıcaklığını hissederken, internet gemisinde kendi ruhunu kaybetmiş yeniçağ insanı, kum resmi ve ateş sıcaklığı şekli gönderiyor 'sanal' arkadaşlarına...
Elektrikler kesildiğinde kopuveren bir bağla bağlanıyor insanlar birbirine...
Ve insan uzaklaşıyor doğadan, dünyadan...
Diğer insanlardan...
Herşeyden...
Kendinden...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.