DİNDARLIK VE KİNDARLIK
İtikadi, ameli ve ahlaki tüm kurallar dindarlığın kapsamı içindedir. Dindarlık bir hayat şeklidir. Yaşam dini olun İslamın pratik olarak hayata yansıtılmış haline “Dindarlık” denir. Örneğin; Peygamberimiz “Dindar”dır. Çünkü; İslamın tüm unsurlarını en iyi bilen ve yaşayandır. Müslüman üzerinden bir tanım yapılacaksa eğer; İslami kurallara göre bir hayat yaşayan kimse “Dindar”dır. Her din mensubu için bu geçerlidir. Hiçbir din ile bağı olmayana da “Dinsiz” denir. Bugünün kavramsal tanımıyla buna “Ateist” denmektedir. Aslında “Ateizm” de bir dindir. Zira kendi içinde bir felsefesi, düşünce sistemi ve kurumsal hayat tarzı vardır. İlahi dinlerden farklı olarak, kurallarını beşerler düzenlemiştir.
Dindarlık; Müslüman açısından İslamın kurumsal bir şekilde yaşanması anlamına geliyorsa, o zaman Müslümanın olduğu yerde “Kindarlık” olamayacaktır. İslam; öfke, kin ve nefret gibi duygusal hallerin davranışa dönüşmesine izin vermez. Örneğin; öfke beşeri bir haldir ama Peygamberimiz “öfkenize hakim olunuz” buyurmaktadır. Fizyolojik olarak öfkelenme duygusu yüksek olan birisinin, bu halinden ötürü öfkeyle yaptığı davranışları hoş görülemez. Öfke; yanlış davranışın gerekçesi olarak öne sürülemez. Kulluk için yaratılan, kulluğun da imtihan olduğu bildirilen dünya yaşamında insan; yaptıklarından ve yapmadıklarından sorumlu olacaktır. İman da bu kontrolü sağlayan mekanizmadır. Bunun pratikteki karşılığı “Dindarlık”tır.
Bir kimse hem dindar hem kindar olamaz. “Benim fizyolojik yapım böyle, bende Deve Kini var” gibi bir takım izafi değerlendirmelerle yanlışlara gerekçe oluşturulamaz. Duygusal olarak var olan “Kin”; nefrete ve intikama dönüştürülemez. Duygu; fıtri bir durum, davranış iradi bir eylemdir. Dini değerlerin yaşam biçimine dönüştürülmesi anlamına gelen Dindarlık; Kindarlığa engeldir. Hele de ! Dindarlığı, Kindarlığın gerekçesi yapmak; dini kullanarak insanlara zulüm yapmaktır. Allah c.c. Peygamberlerine bile, tebliğ ve irşad görevi esnasında kastı aşma müsaadesi vermemiştir. Peygamberler dil ve hal ile tebliğden sorumlu kılınmıştır. Karşı tarafın tavrı; öfkeye ve bunun davranışa dönüşmesine sebep olmasın diye Peygamberimize Yüce Allah; “Onların hali seni üzmesin, sen tebliğini yap” tesellisini buyurmuştur.
Kişisel kindarlığın fiili etkisi bir veya birkaç kişiyle sınırlı olurken, kamu idarecilerinin kindarlığı kurum gücü üzerinden kurumsal bir hale dönüşür ki, bundan silsile yoluyla bir çok kimse etkilenmiş olur. Kamu idarecileri asla kindar olamazlar, kin ve nefret üzerinden tasarrufta bulunamazlar. Öfkesini; kin ve nefrete, bunu da fiili hale dönüştüren kurum idarecileri; bulundukları makam üzerinden intikam almış olurlar ki, birkaç büyük günahı aynı anda işlemiş olurlar. Makam, mekan, imkan, unvan, pozisyon; bunların hepsi emanettir. Emanetin bir yanıyla sahibi halk iken, diğer taraftan esas sahibi de kainatı yaratan Yüce Allah’tır. Müslümanlar için bireysel, toplumsal ve idari hayatın örneği Peygamberimizin uygulamalarıdır. Bunun dışında, durumdan vazife çıkararak kendi dini anlayışını “Dindarlık” adı altında hiç kimse insana ve topluma uygulayamaz.
Kadınlara karşı, son günlerde dünya gündemine gelen ve “Dindar İdare” adı altında sunulan sınırlamalar “Dindarlık” değil “Kindarlık”tır. Dindar İdare duyulduğunda, kendisinden olmayanların bile huzur bulup mutlu olması gerekirken, kendisine ait olan toplumun kitleler halinde paniklemesi Dindarlığın değil Kindarlığın bir yansımasıdır. Kapalı yapılarda ve toplumlarda dindarlığın göstergesi kadınlar üzerinden tarif edilmektedir. Bu yaklaşım tarzı; hırsızlığın, cinayetlerin, dolandırıcılığın, kul ve kamu hakkı ihlallerinin, istismarların, iltimasların gölgede kalmasına neden olmaktadır. Başkalarını (Kadınları) eleştirinin konusu yapanlar, kendilerinin eleştirilmeye konu olacak davranışlarını göremezler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.