M.Halistin Kukul

M.Halistin Kukul

GÖNÜL DÜNYÂMIZDAN/7

 (Dünden devam)

 Âşık için dünya ni'metlerinin öne serilmesi istenen bir şey değildir. Çünkü insanı dünyaya bağlayıp Hakk'tan ayrı düşürür.

     Cem'iyyyet ile tefrika "ayrılık" arasında tezat san'atı vardır."

                 "Menüm tek hîç kim zâr ü perîşân olmasun yâ Rab

                  Esîr-i derd-i ışk u dâğ-ı hicrân olmasun yâ Rab"

     (Yâ Rabbi, hiç kimse benim gibi ağlayıp inlemesin, perişan olmasın. Yâ Rabbi, aşk derdine ve ayrılık yarasına esir olmasın.)

     Aşk derdine esir ve hicran yarasına müptelâ olmak âşıklık için bir meziyettir. Ağlayıp inlemek, perişan olmak da istedikleri şeydir. Çünkü yine Fuzûlî bundan evvelki gazelinde huzur ve saadet insanı Hakk'tan ayırıyor diyor. Fuzûlî kendisinin yüksek mânevî mertebesine kimsenin erişmemesini istiyor.

      (Bknz. Fuzûlî Dîvânı Şerhi-I, Hazırlayan, Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara 1985, Sf. 107)

    SONUÇ

           Türkçe sevdâlısı Nihad Sâmi Banarlı, Türkçe'nin Sırları adlı eserinde, Gönül Sözüne Dâir başlıklı yazısında şöyle der:

      "Bu kelimenin en eski Türkçede söylenişi, Kön-kül'dü, zamanla könğül sesini aldı ve yüzyıllarca bu sesle kullanıldı. Ona gönül sesini veren, Türkiye Türkçesi'dir.

       Gönül'e önce VIII. asırda rastlıyoruz. Târihi taşa kazdıran bir hükümdar ağzından konuşarak, adını bildiğimiz ikinci Türk yazarı, Yollug Tigin:

      Taş tokıtdım, köngültegi sabımın...bitidim: Taş yontturdum, gönüldeki sözümü yazdırdım, diyor.

      Kelimenin edebiyat târihimizde ikinci bir âşıkı, Kutadgu Bilig yazarı Yûsuf Hashâcib'dir. Kelimeyi  fırsat düştükçe kullanır, ona, aruz'la mânîler söyletir. Onun:

                Könğül kimni sevse körür közde ol

                Közün kança baksa uçar yüzde ol

                Könğülde negü erse arzû tilek

                Ağız açsa barça tilin sözde ol

gibi mısrâları,Türkçenin İslâm çağındaki ilk gönül şiirleridir: "Gönül kimi sevse gözünün önünde (hep) onu görür; göz nereye baksa orada o (nun hayâli) uçar. Gönülde arzû, dilek ne ise (insan) ağız açınca hep ondan söz açar." demektir.

       Gönül, Anadolu'da Yûnus Emre'nin:

                   Taşdın yine deli gönül

                   Sular gibi çağlar mısın

gibi mısrâlarıyla şahlanır. Ondan sonra, sesi fazla değişmez. Bâzan "bu göynüm" diyenlerin söyleyişiyle başkalaşsa da kesin notasını Anadolu'da bulmuş olmanın gönül ferahlığıyle yaşar." (Bknz. Nihad Sâmi Banarlı, Türkçenin Sırları, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1972, Sf. 79-80)

        Makalemizin girişine;  "O hâlde, gönül nedir ve gönül dünyâsı dediğimiz mekân neredesidir?" diye sorarak başlamıştım. Şimdi, bunu şöyle soralım: Gönül  dünyâsının/dünyâmızın dışı neresidir?

       Kur'ân-ı Kerîm'de, Dehr/İnsân sûresinin 2. âyetinde şöyle buyurulur: "Biz, insanı imtihan için yarattık."

      Yani, bu mekân, fâni/geçici olmakla birlikte, hakîkattir. Peygamber Efendimiz'in buyurdukları: "Dünya, âhiretin tarlasıdır" hakîkati,  "Halkın içinde, Hakk'la berâber" olmayı, yâni, "Zâhiri halk, bâtını Hakk ile olmak" düşüncesinde bize/insanoğluna ışık olmaktadır.

        Aynı şekilde; hadîste buyurulduğu gibi, "Kalb sâlih olunca, beden de sâlih olur",  düşüncesi, dünya varlık ve nimetlerini, bu tezatların birleşmesine/kavuşmasına/birbirini tamamlamasında götürür.

      Bu tezatları, Yûnus Emre'den naklederek, mes'eleye hem açıklık getirelim ve  hem de, onu, bir netîceye bağlamaya çalışalım:

    * "Miskin âdem oğlanı nefse zebûn olmuşdur

    Hayvan canavar gibi otlamağa kalmışdur

    (...) Beğler azdı yolından bilmez yoksul hâlinden

    Çıkdı rahmet gölinden nefs göline talmışdur." (Sf. 63)

    * "Zinhar virmegil gönül dünya payına birgün

     Dünyeye gönül viren düşe tayına birgün

     Bu dünya bir evrendür âdemleri yudıcı

    Bize dahı gelüben yuda toyına  birgün" (Sf. 153)

    * "İşidün ey ulular âhır zamân olısar

    Sağ müsülman seyrekdür ol da gümân olısar

    (...) Gitdi beğler mürveti binmişler birer atı

    Yidüği yoksul eti içdüği kan olısar" (Sf. 51-52)

    * "Sen bu cihan mülkini Kafdan Kafa dutdun tut

    Ya bu âlem malını oynayuban utdut tut

    (...)Bu dünyâ bir lokmadur ağzunda çeynenmiş bil

    Çeynenmişi ne dutmak ha sen anı yutdun bil"(Sf. 22)

         (Kafdan Kafa: Bir uçtan bir uca kadar, baştan başa; utmak: oyunda yenmek, kazanmak;

     * "Gerekmez dünyeyi bize  çünki bâki bünyad değül

      Bir kul bin de yaşarısa ölicek bir saat değül

      Bu dünye kahır evidür nice ömürler eridür

      Uçmakda huy satun kişi yalan yanlış gaybet değül" (Sf. 99)

     (Bünyad: Temel, esas, asıl)

      * "Dünyeye gelen kişiler yola bile gelmek gerek

       Ölümini anubanı dün ü gün ağlamak gerek

       Bu dünye kahır evidür hem bâki değül fânidür

       Aldanuban kalma buna tiz tevbeye gelmek gerek

      (...)Yûnus'un sözi şiirden ammâ aslı (dur) kitabdan

     Hadis ile dinene key (bilgil) sâdık olmak gerek" (Sf. 92)

 *"Kim dervişlik isterise diyem ana n'itmek gerek

  Şerbeti elinden koyup ağuyı nûş itmek gerek

   (...)Bakma dünya sevisine aldanma halk gövüsine

   Dönüp dâdar arzusına ol Hakk'a yüz tutmak gerek" (Sf. 94)

   (Nûş: Tatlı; nûş itmek: içmek;  dîdâr: yüz, çehre)

* "Döner gönlüm bana öğüt virür hoş

  Âşık olan gönül ışkdan usanmaz

  (...) Âşık bir kişidür bu dünyâ malın

  Âhıret korkusın bir pula saymaz

   Bu dünya ol âhıretden içerü

  Âşıkun yiri var kimsene bilmez

  Âşık öldi diyü salâ virürler

  Ölen hayvan durur âşıklar ölmez" (Sf. 74)

* "Dost yüzine bakmağa key safâ nazar gerek

 Dostıla bilişmeğe can gözi bidar gerek

 (...) Akıl irdüği değül bu göz gördüği değül

 Dil söz virdüği değül bî-lisân bî-ser gerek" (Sf. 88)

(Key:iyi, iyice, hakkıyla; safâ: saflık, arılık, temizlik, gönül şenliği; safâ nazar: Temiz bakış, feyiz veren bakış;  bîdâr: uyanık;  bî-lisân: dilsiz)

* "İy sözlerün aslın bilen gel di bu söz kandan gelür

  Söz aslını anlamayan sanur  bu söz benden gelür

   Söz var kılur kayguyı şâd söz var kılur bilişi yad

   Eger horlık eger izzet her kişiye sözden gelür

   Söz karadan akdan değül yazup okımakdan değül

   Bu yürüyen halkdan değül Halık âvâzından gelür"( Sf. 33)

     Gönül dünyâmızı inşâ eden, ışıklandıran, tanzîm eden, geliştiren ve genişleten, sâdece birkaç mürşîdden/üstâddan/pîrden örnekler sunabildim. Türk edebiyâtının, Türk fikir hayâtının ve Türk san'at tarihinin, bu hususta hazîneler değerinde şahsiyetlerle  ve eserlerle dolu olduğunun bilinmesi gerekir.

      İşin özü, bir atasözümüzde de gizlidir:

                 "Gönül ne kahve iste, ne kahvehâne

                  Gönül sohbet ister, kahve bahâne,"

    

     

 

 

 

     

    

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M.Halistin Kukul Arşivi
SON YAZILAR