GÜL, NE DEMEK İSTEDİ?
19 Şubat 2016 tarihli televizyon haberlerinde; 2002'de, 58. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti'nin Başbakanı; 2003'te, 59. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti'nin Başbakan Yarımcısı ve Dışişleri Bakanı ve 2007 ile 2014 yılları arasında da Türkiye Cumhuriyeti'nin 11. Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül'ün kendi sesinden beyanını dinledim.
Son yıllarda, bilhassa Cuma namazı sonrası, câmi avluları, siyâset meydanı gibi oldu ve orada beyanat vermek de 'moda' hâlini aldı. Gül'ün, Cuma namazı sonrası; İstanbul Ayazağa'daki Evyap Hamidiye Câmii'den çıkışında, basın mensuplarına yaptığı açıklamada, bilhassa şu cümle, beni, derin derin düşündürdü. 'Zâten; derin derin düşünmediğim pek zamanım da olmamıştır' desem hiç de yanlış olmaz.
Gül, diyor ki: "Yakın tarihimizin hatta cumhuriyet tarihimizin en zor günlerinden geçiyoruz."
İlk önce, yakın târihimiz, bana, son yüz-yüzelli yıl öncesinin tarihi gibi geldi. Sonra anladım ki, öyle değil, herhalde otuz-kırk yılı kastediyor. Demek ki; Gül'e göre, Türkiye, sâdece otuz-kırk yıl öncesinin değil, "Cumhuriyet tarihimizin en zor günlerini" yaşamaktadır.
Tabiî ki, kendisine, "Niçin?" sorusunu sormak, yukarıdaki makamların "salâhiyetlisi" olarak, hakkımızdır.
Evet; Türkiye, niçin, "Yakın tarihimizin hatta cumhuriyet tarihimizin en zor günlerinden geçiriyor?"
Bu "en zor günler", niçin yetmiş sene, altmış sene, elli sene , kırk sene, hatta yirmi sene önce değildiler de, şimdilerdedir?
Şüphesiz ki, bunu söylemek için, bunca sene bunca makamda 'salâhiyet sâhibi olarak' oturmayı da gerektirmiyor. Niçin mi? Çünkü; bu beyanın daha genişini, Denge Gazetesi'nde yayınlanan 25 Ocak 2016 tarihli "Yazık!..Yazık!..Yazık!.." başlıklı ve 11 Şubat 2016 tarihli "Uyan Türkiyem!!!" başlıklı yazılarımda dile getirmiştim.
Önce; 25 Ocak 2016 tarihinde yayınlanan "Yazık!..Yazık!..Yazık!.."başlıklı yazımdan bir bölüm nakledeyim:
"Gizli veya alenî, içeriden veya dışarıdan fakat 'elbirliği' ile, Türkiye yalnızlığa itilirken, bütün haklı mes'elelerinde bile haksızlığa mahkûm edilmek istenirken, Türkiye'yi idâre edenlerin uğraştıkları işlere ve yaptıkları 'söz dalaşları'na bakınca incinmemek, endîşelenmemek, dehşete kapılmamak, kahrolmamak işten bile değildir.
Pek çok mekânı kan gölüne, yolgeçen hanına dönmüş, sınırları kevgir olmuş, üniversiteleri içten içe kaynayan, sokakları Suriye'den gelen üç milyona varan mülteci / dilenciden geçilmeyen, apartman içleri, câmi kapıları yine Suriyeli genç kadınların ve çocukların el açmalarına ve gözyaşlarına sahne olan bir memleket, bu kısır çekişmelerle daha ne kadar zaman kaybedecektir, bilemiyorum!..
Bin yıllık Türk vatanı, belki de târihinin en vahim günlerini yaşarken, yapılan sen-ben kavgasının meşrûluğunu nasıl kabul edebiliriz? Velev ki, sen veya sen haklısın! Bu çekişmelerden memleket ne kazanıyor, söyler misiniz?
(...) Arkadaş!..'Bu memleket, son dokuz on yılda bu hâle nasıl geldi'nin hesabını niçin yapan yok? O hendekler eşilirken, o aklın almadığı tuzaklar yer üstüne ve yer altına döşenirken, mâsûm insanlar kaatil sürüleri tarafından rehin olarak tutulurken, silâh sığınakları yapılırken, keskin nişancılar eğitilirken, ABD yapımı "insansız hava aracı" Silopi'ye kadar getirilirken....mes'uller ve salâhiyetliler nerede idiler? "
Görüldüğü gibi, "Bin yıllık Türk vatanı, belki de târihinin en vahim günlerini yaşarken" diyerek, tıpatıp -aynı kelimelerle- olmasa bile, Sayın Gül ile, aynı görüşleri paylaşmışım. Fakat...
Acaba, Sayın Gül, salâhiyetli olarak vazife yaptığı dönemlerde, bu hususların hiçbirine şâhit olmamış mıdır? Benim, sâde bir vatandaş olarak görebildiklerimi,-ki, daha evvelki yıllarda da bu vahim hâlleri yazdım- kendileri, acaba, bütün istihbarat bilgilerine rağmen tespit edememişler midir?
Meselâ; 2009 yılında, mensubu bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti'ne, "has...tir" diyen, kendisinin temsil ettiği Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları içersinde bulunan bir şehrin belediye başkanını, bundan bir yıl sonra yâni 2010 yılında niçin ziyâret etmiştir? Böyle bir dönemde, kendisine hediye edilen Türkçe-Kürtçe Sözlük'ün ne mânâya geldiğini, bu kişiye sormuş mudur?
Meselâ; 9 Ağustos 2009'da, yine Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Cumhurbaşkanı olarak, Bitlis'in Güroymak ilçesinin adını "Norşin" diye ifade edip, oradaki vatandaşlara hitaben, "Norşin'de büyük bir kalabalık gördüm" derken, hangi hisler içersindeydi?
Meselâ; teröristlerin Habur'da merasimle karşılandığı ve zafer işâretleri yaparak Türkiye'ye girdiği Ekim 2009'da, Türkiye'nin en salâhiyetli makamında oturan kimdi? Ve bu meydan okuma hâlini nasıl değerlendirmişti? Bunların herbiri, bugüne yürüyüşün başlangıç emâreleri değil miydi?
Meselâ; "Türkler, bir milyon Ermeni, 30.000 Kürt kesti" diyerek, azîz Türk milletine iftira atan bir zat için, 2008'de, yine Cumhurbaşkanı olarak, o zatı taltif edercesine: "Orhan Pamuk, Türkçe yazdığı için Nobel ödülüne lâyık görüldü. Bir bakıma Türkçeye verildi bu ödül." derken, işin arka p(i)lânını düşünmüş müdür?
Ve acaba; bu ödüle lâyık görülen kişi, Türkçe'yi, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu'nun "Türkçe'nin Sultanı" olarak değerlendirdiği, sâdece yaşadığı asrın değil, ilerki asırların da en büyük şâiri, mütefekkiri ve tiyatro yazarı Necip Fâzıl'dan daha mı çok seviyor, daha mı iyi biliyor ve daha mı mükemmel kullanıyordu? Bu ödülü alabilecek başka hiçbir romancımız da mı yoktu? Meselâ, Tarık Buğra'ya, Mustafa Necati Sepetçioğlu'na, Emine Işınsu'ya...değil de, ödül, niçin bu zat'a verildi?
Diğer makalem, 11 Şubat 2016'da yayınlanan 'Uyan Türkiyem!!!' başlığını taşıyor. Bakınız, onda neler demişim:
" Bakıyorum da, Türkiyemiz, Cumhuriyet döneminin en vahim, en zor, en çatışmalı ve en sıkıntılı günlerini yaşıyor da, hiç kimse, aslâ ve kat'â kendi hâlinin muhasebesini yapmıyor ve hiç kimsenin de aklına "Kürsüden inmek gelmiyor."
Evet; bu cümleler de, bana âit ve 11 Şubat 2016 târihlidir!..Yâni, bu da, Gül'ünkinden önce!..
Demek ki; birileri, mes'uliyeti üzerine almamış olsalar bile, salâhiyetleri bitince, başkalarında mes'uliyet aramak için meydana çıkıp beyanat verebiliyorlar. Belki de, ben, böyle anlıyorum!..
Öyleyse; 11 Şubat 2016'da ne demişim, tekrar edeyim: "Türkiyemiz, Cumhuriyet döneminin en vahim, en zor, en çatışmalı ve en sıkıntılı günlerini yaşıyor..."
Evet; bugün, aynen bu noktadayız!..Peki; siz, bunu, niçin, şimdi telâffuz ediyorsunuz? Siz ki, o salâhiyetli makamların herbirinde, 2002 sonrası îtibâriyle söylüyorum, en az on yıl hüküm sürdünüz; öyleyse, bu durumun mes'ulü olarak, nasıl bu vahim hâli ancak şimdi, o da, sâdece bir tespitle geçiştiriyorsunuz?
Ve acaba; bu "en zor günler" hakkında, istişâre yapabileceğiniz hiçbir kimse yok mudur? Ve yine; 2009'da,"iyi şeyler olacak" dedikleriniz bunlar mıydı?
Yoksa; (Buraya gelişte, benim, hiçbir dahlim yoktur) mu, demek istiyorsunuz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.