Herkes Bir Adım Geri; İlerleyelim
HERKES BİR ADIM GERİ; İLERLEYELİM
Bugünlerde Türkiye"de çok önemli kırılmaların yaşandığını ve elbette bu kırılmaların üst üste yaşanan gelişmelerin tetiklemesiyle büyük kırılmalara eşlik edeceğini söylemek sanırım hiçte komplo teorisi olarak söylenemez. Gerçi sosyologlar komplo teorilerine pek meraklıdırlar ama yaşananlar ya da yaşanacaklar tek tek gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Yok, o kadarda olmaz dediğimiz çok şey, Türkiye"de rahatlıkla gerçekleşebilmektedir. Bu anlamda sosyolojinin kavram ve terimleri malasef yaşananları anlatmakta güçsüz kalıyor.
Son bir yıldır cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 367 kararı, e-bildiriler, y-bildiriler, son olarak anayasa mahkemesinin verdiği karar bu kırılmayı daha da derinleştirmiştir. Bu günler gerçekten çok önemli tarihi ve sosyolojik gelişmelerin yaşandığı günlerdir. Çünkü yeniden devletle toplum arasında bir krizin yaşanılması istenilmektedir. Toplum mühendisliğine soyunan bazı çıkar grupları, toplumun en kritik günlerinde devlet toplum arasındaki açının kapanmaya başladığı dönemlerde bu krizleri derinleştirmeyi ve tekrar bu açının kendileri lehine açılmasını istemektedirler. Bu çerçevede siyaset mümkün mertebe daraltılarak, sadece belli alanlara hasredilerek, devlet alanının toplum aleyhine genişletilmesi böylece bürokratik bir yönetim mekanizmasının varlığının devamı sürdürülmek istenmektedir. Ki böylece herkese bir adım geri diyenler onlar birileri geri çekilince onlar ilerlemeden ilerde kalmanın ve yönetmenin zevkine varabilsinler. Derin devlet denen olgu artık derinliği olmayan merkezi güçlendirmeye hizmet eden bir devlet yapısına yerini bıraktı. Dolayısıyla merkezdeki elit bürokrasi, sahip oldukları güç ve imtiyazları bir takım kalabalık kavram ve terimlere yükleyerek kendi konumlarını pekiştirmeye çalışıyorlar.
Türkiye"de sadece siyasi partilerin oluşturduğu bir siyaset alanı yok. İmkân ve fırsatını bulan birçok kurum, siyasetin alanına pekâlâ girmekte bir beis görmezken, aynı şey siyasilerin belirtilen alanlarla ilgili fikir ya da tasarılarına geldiğinde müdahale olarak anlaşılabiliyor. Aslında bu, iktidar savaşımından başka bir şey değildir. Ve sosyolojik olarak baktığımızda iktidar her zaman bir savaşım alanı olarak görülür. Ancak sorun şu ki bu savaşımda taraflar ne ile yönetiliyor ise onun gereklerine uymak zorundadırlar. Aksi durumda bu çatışma, tarafların birbirini yok etmesine ve birlikte yaşamasına imkân tanımaz. Eğer devlet, sahasını toplumsal taleplere açmaz ondan kendini soyutlarsa bir süre sonra toplumda meşruiyet problemi doğar. Devletin kurumları en sıradan talepleri bile bir tehdit ve siyasi bir malzeme haline getirerek siyallaştırdıkları sürece fikir ve siyasetin üretilmesi mümkün gözükmemektedir. Bizde devletin alanı karşısında bir sivil alan oluşmadığı ya da oluşturulmadığı için her şeyi devletten bekleyen anlayışın tersine bir sivil demokratik damarın keşfedilmesi ve buradan hareketle atılacak adımlar ancak anlamlı hale gelecektir.
Velhasılı toplum kendi haklarına sahip çıkarak, sivilleşerek, meşru yollardan toplumsal taleplerini güçlü bir şekilde dile getirerek bunu bir geleneğe dönüştürmelidir. Ancak o zaman devletle toplumun iki yakası bir araya gelecek ve işte o zaman derin devlet ya da merkez devlet yerine adil devlet ya da toplumsal devlet anlayışı anlamalı hale gelecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.