MANEVÎ İKLİMİN GÜZELLİKLERİ
Haftalık yazılarımızda şehrin ve ülkenin muhtelif mes’elelerini, teknik, şehircilik, siyaset v.d. konularda dilimizin döndüğü, kalemimizin yazabildiği kadarı ile bir şeyler ifade ettik.
Tabi çoğu konu dünyevî olduğundan, insan fazla ilgi gösteremeyebiliyor. Önemli olan; uhrevî konulara ışık tutacak mevzuları yazmak, düşünüp tefekkür etmektir. Bu haftaki yazımızda mâneviyatımızda büyük söz sahibi olan bir demet ruhî mimarlarımızdan bahsetmek istiyoruz.
İBRAHİM EDHEM Hazretleri : Horasan’ın Belh bölgesinde dünyaya gelmiştir. bir gün avlanırken, kendisine bir sedâ gelir.” Ey İbrahim! sen avcılık yapasın diye mi yaratıldın. Bilesin ki sen bunun için yaratılmadın”. Bu sedâ karşısında ürperir ve bundan sonra tahtını şanını şöhretini bırakarak, sûfilik yolunu seçer ve Mekke’ye gider. Süfyân-ı Sevrî ve Fuday-ı bin İyaz’la görüşür. Hatta İmam-ı Âzam efendimizle sohbetlere katılır. Efendimiz onun manevî derecesini fark ederek, O’na “Seyyidinâ “ diye iltifatta bulunur. Gittiği yerlerde Hak’kı irşad ederken kusur ve noksanlıkları tatlı dille uyarır, kimseyi tenkid etmez. Hayatı bu güzelliklerle geçerken 777 de Şam’da vefat eder.
HASAN BASRÎ Hazretleri: Mübarek topraklarda, Medine’de 642 yılında doğan İbrahim Edhem daha 13 yaşında iken Basra’ya gelerek, Kadı İmran bin Hüseyin’in halkasına iltihak eder. Horasan valiliğinin kâtipliğinde görev alır. Eğitimini güçlendirmek amacıyla 37 yaşlarında tekrar Basra’ya döner. Yıllar sonunda edindiği bilgi ve tecrübeleriyle kendi ve sonraki dönemlerdeki insanlara ışık tutar. Bir nasihatında şöyle sesleniyor;” Ey insanlar, ne yapmışsanız onlar aynen kaydedilmiştir. Gülmeyi azaltın, ki kalbiniz ölmesin, yüzünüzün güzelliği gitmesin. Şehvetlerinizi terk etmedikçe sevdiğiniz şeylere ulaşamazsınız. Kötülüklere ve acılara sabretmedikçe, umduğunuz güzelliklere ulaşmanız mümkün olmaz. Kendi ayıplarınız dururken başkalarını ayıplamaktan vazgeçmedikçe, imân-ı kâmil olamazsınız.”
DAVUD TAİ: Bekâr olarak ve Bağda’ta yaşayan ve İmam-ı Âzam’ın ilim meclisine devam eden Davud Tai hazretleri, daha sonra zühde yönelmiş. Allah’ın cennetini diğer insanların arzuladığının aksine istemeyecek kadar derin ilme ve fikre sahipti. Dua ve tesbihatlarındaki yakarışlarından biri şöyle;”Ya Rabbi, senden olan korkum, bana dünya nimetlerini, saltanatını ve sevgisini unutturdu. Öyle ki; uyumayı dahi düşünemiyorum”. Ölümüne yaklaştığından bir gün önce rüyasında koştuğunu görüp, “ne yapıyorsun ? “ diyenlere “..-“ zindandan kaçıyor, kurtuluyorum” buyurmuş. O’da “Allah’tan geldiniz ona gideceksiniz” âyet-i kerimenin doğrultusunda ruhunu 781 de teslim edip, dünya rüyasından uyanarak, âhiret hayatına intikal etmiştir.
CAFER-İ SÂDIK: Peygamber efendimiz s.a.v.’in damadı ve amcası oğlu olan Hz. Âli’nin torununun torunudur. Ana tarafı Hz. Ebu Bekir’in soyuna dayanır. Babası Muhammed Bakır dır. 699 da Medine’de doğan Caferi Sâdık hazretleri, 67 yaşında doğduğu şehir olan Medine de vefat eder.12 imâmın altıncısıdır. Zühd tarihinde önemli yeri vardır. Mânevi âlemin mimarlarından olan bu zatın şu sözleri ibret alanlar için çok değerlidir. ”Takvadan daha değerli azık, sükûttan daha değerli varlık, cehaletten daha zararlı düşman, yalandan daha öldürücü zehir ve hastalık yoktur.” der. Caferi Sadık, İmâm-ı Âzam’ın bâtinî dünyasının da mimarı kabul edilir.
ŞAKİK-Î BALHİ ve SÜFYÂN-İ SEVRÎ gibi manevi iklimin mimarlarından da bahsetmek isterdik. Ancak yazamadığımızdan ve sair günâhlarımızdan dolayı Cenâb-ı Hak’ka sığınırız.
Bu haftalık biraz da olsa mânevi âlemin mimarlarından bahsederek, birer hisse aldıksa ne mutlu bizlere.
2016 yılı Ramazan ayının son haftasına geldik. Rabbim insanlığı sağlık, barış ve mutluluk içinde nice Ramazanlara, bayramlara eriştirsin. Âmin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.