MİLLİ (!) EĞİTİM
Geçmişten günümüze ‘okumak’ ile ilgili daha doğrusu uzun yıllardır ‘eğitim-öğretim’ denilen bu olgu ile ilgili bir yazı dizisi başlatmayı naçizane kalemimiz nispetinde gerekli gördük. Şimdilerde eleştirenlerin ‘yamalı bohça haline getirildi’ dedikleri milli (!) eğitim politikaları, sistemleri ne hale geldi, nasıldı, ne oldu? gibi sorulara cevap aramayı her Türk evladı gibi ben de bir zorunluluk hissediyorum.
Türk milletinin diline yerleşmeyen kelimelerdendir eğitim, öğretim, öğrenim. Bizim milletimiz hala öyledir; bugün diplomalıların eğitim/ öğretim dediği şeye “okumak” der. Çocuk okur mu, kaçıncı sınıfta okur, kimde okur, nerede okur, ne okur gibi sualleri kıyıda köşede bugün bile duyabilirsiniz. Bu suallere muhatap olan tahsillilerinin cevap verme sadedinde söyledikleri şeyler, suali soran için çoğu zaman anlaşılmaz kalır. Asıl olan, tahsil gören bir çocuğun Kur'an ve hadisleri okuması olduğu için bu böylece Türkçemize yerleşmiştir.
Bizim dilimizde ve hayatımızda kurulan okumakla “adam olmak” arasında tesis edilen bağ mesleki değil ahlakidir. Çünkü Türk hayatında yakın zamana kadar “okumak” meslek edinmek için uğraşılan bir faaliyet değildi. Meslek edinmek için bir ustanın yanında çırak olmak gerekirdi. Biz de tedris manasında okumanın ahlaki, gâvurlar da ise mesleki bir anlamı var. Batıda sanayi inkılabından sonra yeni icat edilen makinaların çalıştırılmasına yarayacak insan modeli için bir eğitim sistemine ihtiyaç duyuldu. Aynı dönemde bizde ise bir çocuk mektebe ilim öğrensin, adam olsun, ahlak sahibi olsun diye gönderiliyordu. Gâvurlarda insanı makineye kadar alçaltmak üzere, bizde ise makineye yukarıdan bakacak şekilde insanı yükseltmek üzere bir tahsil hayatı cereyan ediyordu. Batılılar sadece Avrupa'da değil tüm dünyada insanları köle olarak kullanmak için bir eğitim-öğretim kalıbı üretmeyi başardı. Medeniyet sosunu bulalı o kalıbı otantik renklerle boyamak suretiyle cebren ve hile ile başka coğrafyalara ihraç etti. Medenileşmenin ilk şartı eğitimdi. Eğitimde ne okunduğu, niçin okunduğu, kimin okuttuğu sorulamaz sualler içinde kaldı. Çünkü her şey “muasır medeniyetler seviyesine çıkmak” içindi. Halen devam eden bir tıngırtıdır bu. Batılılaşma safha safha zihinlerimizde ardından hayatımıza sirayet ederken teknoloji ürünü her makina sadece ahlakını değil mesleğini de beraberinde getirdi. O mesleği öğrenmek, o makineyi kullanmak, tamir etmek, nasıl kullanacağını öğrenmek ve öğretmek için tahsil şarttı.
O kadarla kalsa! Bugün eğitim-öğretim denilen faaliyeti nihai hedefi artık bir meslek sahibi olmaktan bile çıktı. Yani imtiyazlı ve imtiyazsız köleler üreten sistemsiz bir eğitim sistemidir başımıza tebelleş edilen. Alışveriş yapacak kadar okuma yazma öğretmek bugün eğitimin temel taşıdır. Türkiye'de eğitim denilen garabet kamu ve özel şirketlere köle yetiştirme usulüne verilen addır.
Türkiye'de eğitim 1950’lerden itibaren devamlı kan kaybederken ders görülen yerler, malzemeler, burslar, kurslar daha iyi hale geliyordu. Göz boyayan bu vaziyet elden alınanlar gölgelemek içindi Kötü şartlarda gördükleri eğitimin kıymetini bilmeyen insanlar bugün çocuklarının, torunlarının imkânlarına bakıp iç geçiriyor, bir şeyler olduğunu zannediyorlar. Bize ait olmayan, o dile dolanan imkânlarla Türk milletine ait olmayan nesiller üretilebilirdi. Nitekim üretildi. O günlerden bu yana süregelen iğreti eğitim bugün kan kaybından ölmüştür. İlkokuldan üniversiteye okullar çocuklarımızın avutulduğu mekânlardır artık.
Cumhuriyetin ilanı akabinde inkılapların başlamasıyla “ gâvur oldunuz, kendiniz gibi herkesi de gâvur ettiniz, bir gün bunun hesabını göreceğiz ”diyenler vardı, o yüzden bugünkü dille söylersek “eğitim kalitesi” diyebileceğimiz şey olabildiğince yüksek tutulmağa çalışılıyordu. O dirence istinaden birileri milli bir güç çıkacağından ve kendini kabul ettireceğinden korkuyordu. 1920'lerde bu korku vardı. Hatta başta harflerimiz olmak üzere birçok şey tepetaklak olmasına rağmen 1930'larda korkuyorlardı. 1940'larda korkuyorlardı. 1950’lerde biraz rahatladılar. 1960'larda ise harç bitti ”İnşaat paydos” dendi. O zamandan beri Türkiye'de eğitim denilen şey bir şaşkınlık, bugüne geldikçe gülünç bir ahmaklıktır. Bu kolaylıkla alay konusu edilebilir gülünçlükten kurtulmamız şart. Düşmanın kölesi ve maskarası olmaktansa harf inkılabından birkaç gün sonra kahrından ölen fetva Emini Hattat Seyyid Taha Efendi gibi ölmenin evla olduğu muhakkak. Türkiye'de harabe artıklarından mamul yığma siyaset vasıtasıyla cumhur cemaat içine iteklendiğimiz kör kuyudan sadece Allah'ın ipine sarılarak çıkılabileceği de muhakkak. O ip mücerret bir ip değil. Lisanımızı doğuran harflerden örülmüş bir ip.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.