Nasıl Bir Sendikal Anlayış?

Krizin derinleştiği, sendikasızlaştırmanın ve işçilerin haklarına işyerlerine yönelik saldırıların arttığı bir dönemden geçiyoruz. Yeşilırmak EDAŞ AKP hükümeti tarafından babalar gibi satılacak ve içinde çalışan emekçiler çil yavrusu gibi dağıtılacak. Samsun"da Yeşilırmak EDAŞ diğer KİT"ler gibi satılmak için sırada ve şimdi okuyacağınız yazıda olduğu gibi Adil Aksu arkadaşın anlattıkları gibi TES-İŞ sendikamız bu güne kadar haklarımızı alma aşamasında gıkını bile çıkarmadı ancak şimdi sessiz kalmamalı dediysek de nafile hepten sustular. Özelleştirilme sürecinde dişe tırnağa dokunur hiçbir mücadelemiz olmadı bundan kellide olmayacağa benzemekte. Sermaye sınıfının yürüttüğü saldırılara karşı sendikal cepheden yeterli düzeyde bir yanıt verilebilmiş değil. Sendikaların içinde bulunduğu bu ataletin ve tepkisizliğin başlıca nedeni, sendikal hareketin yıllardan beri düzenle bütünleşmiş bürokrat sendikacıların ve onların yerleştirdiği sınıf uzlaşmacı sendikal anlayışın hegemonyası altında bulunmasındandır.

Sendikal hareketi içinde bulunduğu bu durumdan kurtarmak için, sendikaların tepesine çöreklenmiş ve sendikalı işçilerin mücadelesini kösteklemekten başka bir iş yapmayan, iyice ağalaşmış bu türden sendika bürokratlarına karşı sistemli bir mücadele yürütmek şarttır. Çünkü işçi sınıfına tamamen yabancılaşmış bu unsurlar, yıllardan beri işçi hareketi içinde burjuvazinin destekçileri olarak işlev görmektedirler. Bunların asli görevi, kapitalistler lehine (buna kapitalist devlet de dâhildir) işçileri denetim altında tutmak ve işçi hareketinin gelişmesine, güçlenmesine engel olmaktır. Kısacası bunlar işçi sınıfına ihanet içindedirler. Nitekim bugün işçilerin hakları ve örgütlülükleri bir bir yok edilirken, bunların kılları dahi kıpırdamamaktadır. Bu sendika ağalarının ve bürokratlarının ara sıra burjuvaziye ve devlete karşı yaptıkları sözüm ona çıkışlar ve ortaya koydukları göstermelik tepkiler ise, kendi işbirlikçiliklerini işçilerden gizlemeye ve sendikalardaki mevki ve makamlarını uzun bir süre daha koruyabilmeye yöneliktir.

Bu bürokratlaşmış ve hatta ağalaşmış sendikacılar, patronlarla ve devletle öylesine içli dışlı olmuşlar ve işçi sınıfına öylesine yabancılaşmışlardır ki, işçiler bile onların bir dönem işçi olduğuna ve hatta kendi oylarıyla seçildiğine inanamamaktadırlar. Onlar işçilerin sırtından kazandıklarıyla bir daha işçilik yapmayacak kadar işçi sınıfından kopmuşlardır. Öte yandan, zaten türlü dalaverelerle oturdukları koltuklardan kalkmamak için de çevirmedikleri dolap kalmamaktadır. Kimileri ancak burjuva partilerden milletvekili seçildiklerinde sendikadaki koltuklarını bırakmaktadırlar.

İşçi sınıfının içindeki bu burjuva ajanları, daima işçilerin gücünü bölen, birliğini ve mücadelesini engelleyen bir tutum içinde olmuşlardır. Bunlar genelde sermayenin çıkarlarını ifade eden milliyetçi fikirlerin de en azılı savunucularıdırlar. Emperyalist savaşlarda, ülke çıkarları diyerek işçilerin cephelerde ölüme yollanmasına hiç ses çıkarmazlar. Grev ve eylemlerde ise göstermelik kahramanlıklarla, sahte nutuklarla işçileri kandırmayı çok iyi bilirler. Onlar aslında örgütlü işçilerin nasıl bir güç oluşturduklarının çok iyi farkındadırlar. Zaten bu gücü sinsice bastırmak, etkisiz hale getirmek için o koltuklarda otururlar.

Diğer taraftan, bugün sendika yönetimlerinde, lafta mücadeleci sendikacı geçinen ama genelde hep pasifist ve uzlaşmacı tutumlar sergileyen ve bu bakımdan deyim yerindeyse “iki arada bir derede” konumlarını sürdüren sendikacılar da az değildir. Bu sendikacılar yeri geldiğinde ve özellikle öncü-militan işçilerle konuşurken, sendika ağalığına ve sendikal bürokrasiye karşı atıp tutarlar ve bolca eleştiri yaparlar. Fakat iş gerçekten bürokrasiyle ve sendika ağalığıyla mücadeleye geldiğinde ve bu konuda sınıf bilinçli, mücadeleci işçilerle birlikte hareket etmeleri gerektiğinde, bu sendikacıların da ayakları geri geri gitmeye başlar. Neticede bunlar da eleştirdikleri bürokrat sendikacılardan çok faklı bir davranış içine giremezler. Çünkü bunlar, sendikal bürokrasiyle gerçek anlamda bir mücadeleyi göze alamayacak denli korkak tabiatlıdırlar. Ama kendi korkaklıkları yüzünden yapamadıkları şeyler için de hep bürokrasiyi bahane gösterirler ve “ben suçsuzum” demeye getirirler!

Daha ziyade sendika şubelerinde ve bazen da sendikaların merkezi yönetimlerinde konuşlanabilen bu tip sendikacılar, örneğin, sermayenin neden olduğu krize karşı profesörleri, ekonomistleri vb. toplayarak kulağa hoş gelen birtakım kararlar alırlar. Bu kararlar doğru bir içeriğe de sahip olabilir. Fakat iş mücadele etmeye, alınan kararları uygulamaya gelince tek somut adım atmazlar. Ettikleri onca lafı unuturlar. Alınan güzel kararların hepsi kâğıt üstünde kalır. Kararların hayata geçirilmesine çalışmazlar. İşçiler, yapılan toplantılardan da, alınan kararlardan da çoğunlukla haberdar edilmezler.

Aslında bu kesim de işçilerin gücüne ancak lafta inanır. Pratikte işçilerin mücadelesine pek güvenmez. İşçiler adına konuşmak, kararlar almak ve “devrimci” görünmek daha caziptir. Örneğin, fabrikalarda işçilerin taban inisiyatifi almasına izin vermezler, sendikaların birer mücadele okulu haline gelmesine engel olurlar. Bir işyerindeki mücadeleyi genel ve yaygın bir mücadele düzeyine yükseltmek için çaba göstermezler.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR