RUHUMUZ KALMIYOR
Bir zamanlar Afrika’da kayıp bir şehri aramakta olan arkeologlar, beraberlerindeki eşya ve yükleri, hayvanların ve yerlilerin yardımı ile taşıyarak uzun bir yolculuğa çıkmışlar. Kafile zor tabiat şartlarında, balta girmemiş ormanların içinde ilerleyerek, nehirleri, çağlayanları geçerek yolculuğa günlerce devam etmiş.
Fakat günlerden bir gün yerlilerin bir kısmı birden durmuşlar. Taşıdıkları yükleri yere indirmişler ve hiç konuşmadan beklemeye başlamışlar. Ulaşmak istedikleri yere bir an önce varmak isteyen batılı arkeologlar bu duruma bir anlam veremeyip, zaman kaybettiklerini, bir an önce yola devam etmeleri gerektiğini anlatarak, yerlilerin neden durduklarını öğrenmek istemişler.
Fakat yerliler büyük bir suskunluk içinde sadece bekliyorlarmış. Bu anlaşılmaz durumu yerlilerin dilinden anlayan rehber, onlarla bir süre konuştuktan sonra şu şekil de ifade etmeye çalışmış: “Çok hızlı gidiyoruz. Ruhlarımız geride kalıyor"
Öylesine hızlı gündem değişmekte ki birinden diğerini atlarken, bir öncekinin bıraktığı cam kırıkları umulmadık bir anda, umulmadık bir yerde batmaya başlıyor. Her gündem toplum arasına duvar örerken kimse bu duruma dur demiyor. Aslında bir oyunun figüranları olduğumuzun farkına varamıyoruz.
Nedense tartışmaların ana kaynağı değerlerimiz üzerinde gelişiyor, değerlerimizin sarsılması milleti, millet yapan unsurların harcı olan bu unsurların çatlamasına ve zamanla yok olmasına neden olmaktadır.
Neyi paylaşamıyoruz veya geçmişimize küfür etmekle ne elde diyoruz?
Atatürk ve Osmanlı bu ülkenin gerçeği ve değeridir. Bu değerler üzerinden siyaset yapmakta, yaptıklarını inkar etmekte onların saygınlığını azaltmadığı gibi artı bir değerde kazandırmaz. En çok çatışılan olay Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü ve yeni cumhuriyetin kuruluşu ile ilgili yaşanılanlar.
Osmanlı İmparatorluğu çöküşü hızlanmış, milliyetçilik adı altında , kopmalar başlamış. Ülke içerisinde yönetime talip insanların faaliyetleri artmış, padişahın sıkı yönetiminden gizlenmeye çalışanlar değişik örgütlerin ardına saklanarak ülkenin kötüye gidişi durdurmak için bir takım çalışmaların içerisine girmiş. Bunlardan en etkini olan İttihatçıların yöneticilerinden bir tanesinin belgeli Masonik bir üye olarak yapının içinde olduğu bilinmektedir.
Aynı dönemde Hicaz bölgesinde olumsuz faaliyetlerde bulunan Şerif Hüseyin kontrol altında tutulmak üzeri İstanbul’a getirilmiş, çöküşü durdurmak adına mücadele edilirken iktidara gelen İttihatçıların ilk faaliyetleri Şerif Hüseyin’ni Hicaz bölgesine geri göndermek olmuştur.
Dünya genelinde başlayan huzursuzluk bir savaşa dönerken, Almanların yanında savaşa girmemizi sağlayan , yenilgiden sonra ülkeyi terk eden İttihatçıların başlattığı Türkçülük çıkışının yanlış politika olduğunu Hicaz bölgesinde bağımsızlık fikrini bu çıkışa bağlayan Şerif Hüseyin’in ihaneti ile açığa çıkmıştı.
İttihatçılara hain denilmesi olumlu mudur ? Bir de şu açıdan değerlendirmek gerekiyor, izledikleri politika ya tutsaydı, Almanlar savaşı kazansaydı sonuç nasıl olacaktı? İngilizlerin İstanbul’u işgali ve padişahın bu işgal altında ki yönetiminin olumsuzları devam ederken, Anadolu’nun örgütlenmesi için en uygun kişinin oraya gönderilmesi için padişahın kafasında bu işi yapabilecek en doğru kişinin Mustafa Kemal olduğu fikri ile gönderilmesi ve daha kongrelerle birlik sağlanmadan Kazım Karabekir’in orduyu Atanın emrine vermesi bir planın dahilinde yapılan faaliyet değil midir?
Sürekli çatışma noktası bulmak, sürekli birilerini kötülemek , ülkeye yarar vermemekte kutuplaşmamıza neden olmaktadır. Tarihimize, atalarımıza, kutsallarımıza küfretmek, saldırmak millet bilincimizin sönmesine hizmet etmenin dışında bir işe yaramaz. Biz tarihimiz ile bir bütünüz, tarih üzerinden gündem oluşturuldukça ne acıdır ki ruhlarımızı kaybetmekteyiz, konuları biraz daha olumlu düşünerek geride kalan ruhlarımızın bizi yetişmesini sağlayalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.