Tam Gün Yasasının Halkımız İçin Artısı ve Eksisi Nedir? Hekimlerimiz İçi

Marksist Tutum Dergisinden Oktay Baran tarafından bir elektronik posta aldım. Daha önceden de Samsun Tabipler Odası Başkanı Uzm.Dr. Cem Şahan ile bir röportajım olmuştu. Tam gün yasasına ilişkin.  Bu yazımdan sonra gelen elektronik postayıda bölümler halinde siz okurlarıma ileteceğim. Tam gün çalıştırılması istenilen doktorlarımızdan ne kadar verim alacağız yada doktorlarımız verim alacaklar okuyalım ve görelim bakalım. Paylaşım Uzmanı sayın Oktay Baran arkadaşımızın gönderdiği hem halkımızı ve hem de hekimlerimizi yakından ilgilendiren Sağlık konusundaki bu yazı ve devamını mutlaka okumanız gerektiğini düşünüyorum. Marksist Tutum dergisi yazarı Oktay Baran"ın elektronik posta iletisi ve devamı aynen aşağıda olduğu gibidir.
“AKP hükümeti, iktidara geldiği ilk günden itibaren, neo-liberal kapitalist saldırı programının en kararlı uygulayıcısı oldu. Bu kapitalist saldırı programı, mali-sermayenin emperyalistleşme ve kapitalist dünyayla tam entegrasyon arzusuna bağlı olarak Türk ekonomisinde yapısal bir dönüşümü, kapitalist rasyonalizasyonu hedefliyor. Bu programın temel direkleri, bugüne kadar burjuva devletin tekelinde olan (ister sanayi ister hizmet sektöründeki) kârlı işletmelerin özelleştirilmesi; başta birçok tarımsal faaliyet alanı olmak üzere sübvansiyonlarla ayakta tutulan küçük üretimin tasfiyesi; devletin üstlendiği başta eğitim ve sağlık olmak üzere tüm sosyal hizmetlerin özel sektör lehine kârlı yatırım alanlarına dönüştürülmesi; ve son olarak da ekonominin her alanında sınırsız ve dizginsiz bir emek sömürüsünün önünü açmak üzere sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma ve esnek üretimdir. Tüm kapitalist ülkelerde, işçi hareketinin gelişmişlik düzeyine bağlı olarak farklı tempolarla da olsa yürütülen bu saldırı programı, AKP hükümetinin de temel yol haritasını oluşturuyor. İşçi hareketinin verili güçsüzlüğü ortamında AKP hükümeti bu programda ne denli mesafe kat ettiğiyle övünüyor. En başta da sağlık alanındaki “dönüşüm” programıyla ne denli büyük bir başarıya imza attığıyla böbürleniyor.
Sağlık alanındaki saldırı programının bir ayağı, yeni sosyal güvenlik yasasının kabul edilmesiyle başarıya ulaşmış oldu. Bu saldırı programının bir diğer ayağını da, ilk ortaya atılışı birkaç yıl öncesine denk düşmesine rağmen ancak bugün Meclise sevk edilmiş olan “Tam Gün” ve “Kamu Hastane Birlikleri” yasaları oluşturuyor.
Burjuvazinin saldırısı sürüyor
Bu yasalar, işçi sınıfının parasız sağlık hizmeti almasına dönük olarak doğrudan ve yeni bir hak gaspına yol açmıyor. Ancak, devlete ait sağlık kuruluşlarının işleyişinde kapitalist piyasa mekanizmasının çok daha belirleyici hale gelmesinin önü açılıyor. Bunun tüm dünyada olduğu gibi bu ülkede de kaçınılmaz sonucu, giderek daha da niteliksizleşecek ve giderleri artan ölçüde doğrudan emekçiler tarafından karşılanacak bir sağlık hizmetidir. Diğer taraftan, devlete bağlı sağlık kuruluşlarında ücretli emekçi olarak çalışanların (doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar, laborantlar vb.) ücretlerinde, emekli maaşlarında, çalışma koşullarında ve belki de en önemlisi iş güvencesinde belli kayıplar söz konusu olacaktır.
Yasayla yapılan düzenlemelerin önemlice bir bölümü, sağlık emekçilerinin döner sermaye gelirlerinden alacakları payın düzenlenmesine ve ek ödemelerin bir tavan ücretle sınırlandırılmasına yöneliktir. Her şeyden önce belirtmek gerekiyor ki, sağlık emekçilerinin ek ödemeler dışarıda bırakıldığında aldıkları çıplak ücret, tıpkı işçi sınıfının diğer kesimleri için olduğu gibi, insanca bir yaşamı mümkün kılmayan bir düzeydedir. AKP hükümeti, bu durumu düzeltici tedbirler almak yerine, sağlık emekçilerinin önüne çok daha uzun sürelerle, çok daha yoğun ve tempolu ve çok daha rekabetçi bir ortamda çalışarak daha fazla “performans sergilemeyi” ve böylece daha fazla gelir elde etmeyi bir çözüm olarak sunuyor. Parça başı ücret sistemi, sağlık alanına da “performans sistemi” olarak çoktan uygulanmış durumdadır. Çalışma koşullarının düzenlenmesini, nitelikli bir hizmetin sağlanmasına değil daha fazla kâr etme güdüsüne endeksleyen bir sistemde, hataların artması ve dolayısıyla hastaların sağlığının tehlike altında olması da kaçınılmazdır.
Daha yüksek bir gelir elde etmek için daha fazla “tıbbi işlem” yapmayı güdüleyen bu sistem, sağlık hizmetlerinin niteliğinin daha da düşmesine, hastaların muayene süresinin azalmasına ve tedavi maliyetlerinin de kaçınılmaz olarak artmasına yol açmıştır. Üstelik ve sağlık emekçileri açısından en önemlisi, söz konusu ek gelirin, garantisiz, adaletsiz ve hiçbir şekilde emeklilik ücretine yansımayan bir gelir oluşudur. Dahası bu yasaya göre, söz konusu ek ödemeler, nöbet ücretleri de dâhil olmak üzere, tümüyle döner sermaye tarafından karşılanacaktır. Böylelikle devletin sağlık hizmetine ayırdığı bütçenin daha da küçültülmesi hedeflenmektedir ki, bunun pratikteki anlamı, devlete ait sağlık kuruluşlarının ayakta kalmak için emekçilerden aldığı katkı paylarının resmen ya da fiilen arttırılmasıdır. Dahası döner sermaye gelirlerinin bir sağlık kuruluşundan diğerine önemli oranda değişkenlik göstermesi, aynı işi yapan sağlık emekçileri arasında bile önemli bir gelir farklılığını ve dolayısıyla rekabet ve bölünmüşlüğü getireceği gibi, bu gelirden yoksun durumdaki sağlık emekçilerini düşük bir çıplak ücretle baş başa bırakacaktır. SES İzmir Şubesinin yaptığı bir araştırmaya göre, döner sermayeden performansa göre pay alma sistemi, doktor-hemşire arasında 25 kattan fazla, doktor-doktor arasında ise 10 kattan fazla bir gelir uçurumunun doğmasına yol açabilmektedir.
Yasanın getirdiği önemli bir düzenleme de, 160 saatlik aylık çalışmanın yanı sıra 130 saat “nöbet” ve 120 saat de “icap nöbeti” adı altında olmak üzere insan sınırlarını aşan bir “fazla mesai”nin mümkün kılınmasıdır. Bu düzenleme, ILO"nun bir yıl için öngördüğü 270 saatlik fazla çalışma sınırını bir ayda doldurmaya aday gözüküyor. Yanı sıra çok açık bir hak gaspı, radyasyonla çalışan sağlık emekçilerinin maruz kaldıkları yıpranma nedeniyle sahip oldukları kısa çalışma hakkının tümüyle ortadan kaldırılmasıdır. Bu alanda çalışan emekçiler şu an olduğu gibi günde 5 saat yerine, yasanın çıkmasıyla günde 8 saat çalışmak zorunda kalacaklardır.
Bu yasayı, devlete ait hastaneleri tümüyle kapitalist bir işletme haline dönüştürüp sağlık hizmetlerini taşeron şirketlere devretmeyi mümkün kılan “Kamu Hastane Birlikleri Yasası”, özel sağlık sektöründe tekelleşmeyi aralayan “Ayakta Teşhis ve Tedavi Merkezleri Yönetmelik Taslağı” ve “İstihdam Paketi”yle birlikte düşündüğümüzde, güvencesiz çalıştırmanın (taşeron, vakıf, dernek, sözleşmeli, 4/B, 4/C gibi çalışma biçimleri) hedeflendiği çok açıktır. Halihazırda devlete ait sağlık kurumlarında çalışan sağlık emekçilerinin neredeyse yarıdan fazlası kadrosuz ve güvencesiz çalışma biçimlerine tâbi hale gelmiştir. İş güvencesinin ortadan kaldırılması sürecine paralel olarak sağlık emekçilerinin sendikal örgütlenme ve mücadelesinin tasfiyesine dönük saldırıların da arttığına dikkat çekelim. Yazımız devam edecek.....

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR