AHMED YESEVÎ'DE İNSAN/1
Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet adlı eserindeki bir şiirinde şöyle der:
"Benim hikmetlerim kân-ı hadîstir;
kişi nasip almasa, bil hâbistir:
Benim hikmetlerim fermân-ı Sübhân;
okuyup anlasan, mânâ-yı Kurân."
(Bknz: Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, Hazırlayan: Prof. Dr. Kemal Eraslan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1983, Sf. 277)
Bu iki beyitten de anlaşılıyor ki, Kur'ân-ı Kerîm ve O'na bağlı olarak hadîs-i şerîfler, Ahmed Yesevî'nin esas aldığı temel kaynaklardır.
Öyleyse; Ahmed Yesevî'nin insan anlayışına bakarken, bu ana kaynakları göz önünde bulundurmak şarttır.
Ahmed Yesevî'nin ifadesiyle Dîvân-ı Hikmet, (fermân-ı Sübhân=Allahü Teâlânın emri) ve (kân-ı hadîs=hadîs menbaı)dır. Eser; bu iki temel düşünce üzerine inşâ edilmiş bir nasihat kitabı olduğuna göre, mes'eleye ışık tutmak ve açıklık getirmek bakımından bâzı âyetleri zikretmekte fayda vardır:
"İnsan, yeryüzünde Allah'ın halifesidir." (El-Bakara, 30); "Allah, yerlerde ve göklerde ne varsa hepsini insan için yaratmıştır." (El-Bakara, 29); "Allah, Âdemoğullarını, âlemlerin üzerine mümtaz kılmıştır." (Al-i İmrân, 33); "Âdemoğulları, üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılınmıştır." (El-İsrâ,70); "İnsan, en güzel biçimde yaratılmıştır." (Et-Tîn,4); "İnsan, bâzen çok alçalır." (Et-Tîn, 5); "İnsan, dünyaya düşkündür." (El-İnsan/Ed-Dehr, 27)
İşte, Ahmed Yesevî; "Allah'ın halifesi", "âlemlerin üzerine mümtaz kılınan", "Üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılınan", "en güzel biçimde yaratılan", ...İNSAN'a, Yüce Rabb'in: "Biz, ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi? Ve biz, ona iki de yol (hayır ve şer, küfür ve îmân) yollarını gösterdik" (El-Beled,9-10) buyurduğu, yollardan hayır yâhût da îmân yolundan yürümesi; fikir ve hareket üzre durması için nasihatlerde bulunarak, kılavuzluk etmektedir.
Bu nasihatleri, onikinci asrın sonlarındaki dünyâya-insanlığa duyurması; kendinden sonra gelen ve bugün bile hasretle ve hararetle aranan fikirlere sâhip Mevlâna ve Yûnus gibi, cihânı ışıklandıran mânevî büyüklere tesiri de düşünüldüğünde, Ahmed Yesevî'nin insan anlayışının ehemmiyeti daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi adlı eserinin Ahmed Yesevî başlıklı bölümünde şöyle der: Yesevî'ye göre hayat, uzun bir ibâdet yoludur...Bu sebeple ömrün her ânını, gönlün, Allah sevgisi'yle dolu ve uyanık bir ibâdet ânı bilmek, öyle yaşamak, öyle çalışmak gerekir. Biricik hakîkat olan Allah'a varabilmek, ancak aşk yolu ile mümkündür. Aşk yolu ise çok zorlu bir yoldur. Âşık olmak
için önce nefs'i öldürmek, kendi benliğinden uzaklaşıp sevgi bağına girmek gerekir. Aşk ateşi'yle yanan âşıkların rengi uçar, kendi hayran, gönlü vîran ve gözyaşları tûfan olur. Ancak işte saâdet, bütün bu çekilen ve yenilen zorlukların sonundadır.
Bütün bu sözler...Allah korkusu yanında Allah sevgisi'ni duyurmak ve nefs'i yâni insandaki hayvan'ı öldürmek yolunda, Allah aşkı esâsına dayanan irâde terbiyesiyle, insanı daha çok insan yapmak ve üstün insan olmaya yönelmek gibi hedefler güder. "(Sf. 279)
Ahmed Yesevî, "Dertsiz insan"ın, "insan" olmadığını; "aşksız insan"ın da, "hayvan cinsi" olduğunu beyanla şöyle der:
"Dertsiz insan insan değil, bunu anla;
aşksız insan insan değil, bunu dinle!
gönlünüzde aşk olmasa, bana ağla;
ağlayanlara hâs aşkımı bağışladım." (Bkn: a.,g.,e., Sf. 133)
"Dertsiz insan", kendinden istenen ve topluma dâir faydaların mes'uliyetini duymayan ve taşımayan kişidir. Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet'inde en çok aşk'a önem verir. Burada da, "aşksız insan"ı, "hayvan"la eş tutması bundandır. Zîra; "aşk" olmayan yerde ne itimat olur, ne tevâzû, ne de hoşgörü!..
Bütün iyiliklerin ve güzelliklerin menbaı "aşk"tır. Aşk'ın bulunmadığı yerde/ kalbde, kibir, kin ve riyâ çöreklenir ki, insanın felâkete sürüklenmesi de bundandır. Mal-mülk ve mevki arzusuyla dolan ve ihtiras hâlini alan sınırsız istekler, insanı nice nice felâketlere sürükler. Telâfisi imkânsız hâllere muhatap kılar.
"Dertsiz insan" ile "aşksız insan" aynıdır. Hakk'a ve doğruluğa âşık insan, hakîkî mânâda insandır.
Ahmed Yesevî, bir başka beytinde şu nasihatta bulunur:
"Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen;
Hüda bîzardır katı yürekli gönül incitenden.
Allah şahit, öyle kula hazırdır Siccîn;
bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte." Bknz: a.,g.,e., Sf. 63)
"Kâfir" bile olsa, kulun kulu "incitmesi" hoş bir davranış değildir. Bu, yâni "incitmeme", "sünnet" olduğu gibi, "katı yürekli gönül incitenden" de Alahü teâlâ râzı olmaz. Yapılan amellerin Hakk katında muteber olması için Kur'ân-ı Kerîm ve sünnete uygun olması lâzımdır.
Ahmed Yesevî, nasihatler deryâsı mâhiyetindeki Dîvân-ı Hikmet'inde bir beyiti ile bir makale yazdıracak kadar geniş fikirler ortaya koyarak, insanın ve insana bağlı olarak cemiyetin âhenk içinde hayat bulabilmesinin âdil ölçülerini işâret eder.
Mes'eleyi, hangi çağın/zamanın cemiyeti olarak ele alırsak alalım, durum değişmez. Aynı muhtevâlı şu iki beytinde de bu nasihatleri görmemiz mümkündür:
"Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen;
öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen." (Bknz: a.,g.,e., Sf. 55)
Ve:
"Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla;
Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara."(Bknz: a.,g.,e., Sf. 57)
Şimdi, çok basit bir soru soralım: Dünyâda, bugüne kadar, hangi beşerî idâre/rejim bu derde çâre oldu/bulabildi? Hiç!..
(Devamı yarın)
AHMED YESEVÎ'NE İNSAN/2
(Dünden devam)
Ahmed Yesecî, bir endîşesini de şöyle dile getirir:
"Yazık, insan kendi kadrini kendi bilmez;
benlik kılıp, iyilere değer vermez."(Bknz: a.,g.,e., Sf. 149)
"Kendini bilen Rabbi'ni bilir." buyurulmuştur. Ve yine; mâdemki : "Mahlûk, Hâlık'ın anahtarıdır", insanın, kendi "kadrini" bilmemesi veya idrâk edememesi , kibire saplanıp "benlik" çamuruna gömülmesi çok hazîndir.
Öyleyse; bu "en şerefli" ve "en güzel biçimde yaratılan" mahlûk, hangi sebeplerden ötürü "kendi kadrini bilmez" ? Niçin, "benlik kılıp, iyilere değer vermez"?
Ahmed Yesevî, bir başka şiirinde, Bakara sûresinin otuzuncu âyetinde zikredilen: "İnsan, yeryüzünde, Allah'ın halifesidir" emrindeki, insanların da önderleri durumundaki "gerçek âlim"i şöyle târif eder:
"Gerçek âlim yastığını taştan kıldı;
anladığı şeyi âleme dedi.
Kendini bildi ise, Hakk'ı bildi;
Hüda'dan korktu ve insafa geldi." (Bknz: a.,g.,e., Sf. 281)
Demek ki, "gerçek âlim" olmak öyle kolay değildir. O; "Yastığını taştan kılmalı", "kendini bilmeli", "Hakk'ı tanımalı", "Hakk'tan korkmalı" ve "insaflı" olmalıdır.
Cemiyette huzur ve âhenk aranıyorsa, evvelâ "öncüler"in hak ve hukuka riâyet etmesi gerekmez mi?
Ahmed Yesevî, kişiyi/insanı kötülüklerden koruyucu nasihatlerinin birinde de şunları söyler:
"Nefs yoluna giren kişi rüsva olur;
yolda azıp tozan şaşkın olur;
yatsa, kalksa, şeytan ile yoldaş olur;
nefsi tep sen, nefsi tep sen, ey bed-kirdâr." (Bknz: a.,g.,e., Sf. 157)
Görülüyor ki, önce, "kişi"yi târif ediyor; hangi durumlarda ne hâle düşeceğini söylüyor. Onu îkaz ediyor. Ardından, son mısrada da, ona acıyıp yol göstererek iki defa ardarda "nefsi tep sen" diyor. Böylece; söylediği "kişi"yi alenîleştiriyor ve " ey bed-kirdâr" yâni "ey günâhkâr" hitabında bulunuyor.
İyi insan olmak için "nefs yolundan" uzaklaşmalı, "Hüda'dan korkmalı", "insaflı olmalı".Çünkü bunlar, çok sabır isteyen şeylerdir.
Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmaktadırlar: "Sabır, îmânın yarısıdır." İnsanın, kendi içindeki ve dışındaki kötülüklerle mücâdelesinde "sabır" çok önemli bir silâhtır.
Bu hususta, Peygamber Efendimiz'in bâzı hadîslerini hatırlamakta fayda vardır:
"Kendin için her neyi seviyor isen, insanlar için de onu sevmelisin."
"İnsanların hayırlısı, insanlara faydası olandır."
"İnsanların en kötüleri âlimlerin kötüleridir."
Ahmed Yesevî de, bu istikamette tavsiye ve nasihatlerde bulunur. İnsanların, maddî olan mal, mülk ve makam gibi geçici, basit dünyevî heveslere aldanıp, birbirlerini incitmemelerini, riyâya dalmamalarını, fitneye sebebiyet vermemelerini de, kendi nefsine hitap ederek, şu mısralarıyla dile getirir:
"Şeksiz bilin, bu dünya bütün halktan geçer ya;
inanma sen malına, bir gün elden gider ya.
Ata, ana, kardeş nere gitti, fikir kıl;
dört ayaklı tahta at bir gün sana yeter ya.
Dünya için gam yeme, Hak'tan başkayı deme,
kişi malını yeme, Sırat üzre tutar ya.
Ehl ü iyal, kardeşler, kimseler olmaz yoldaş,
merdâne ol garip baş, ömrün yel gibi geçer ya.
Kul Hâce Ahmed tâat kıl, ömrün belmem nece yıl,
aslın bilsen, su ve kil, yine kile gider ya." (Bknz: a.,g.,e., Sf. 317)
(şek=şüphe; merdâne=mertçe; ehl ü iyal= âile efradı; tâat= ibâdet; nece= nice, ne kadar; kil (gil)=balçık, çamur; âb u kil= su ve kil)
Ahmed Yesevî, bütün insanlık adına, âdeta onları temsilen kendini sîgaya çeker ve "kul" olmanın teslimiyetiyle huzur bulur. Bu husus, bilhassa son beyitte kendini gösterir:
"Kul Hâce Ahmed tâat kıl, ömrün belmem nece yıl,
aslın bilsen, su ve kil, yine kile gider ya."
Mısralarında, tasavvufun hakîkî Var'da yok oluşunun îzahını bulmaktayız. İnsan, ne kadar böbürlense de, servet sâhibi olsa da, netîcede tıpkı başlangıçta olduğu gibi, "su ve kil" değil midir? "Su ve kil"e dönmeyecek midir?
Öyle ise; "Ey insan! Kaç yıl ömrünün olması önemli değildir. Bu ömrü nasıl geçirdiğin önemlidir. Şâyet, ibâdet etmemişsen, hayr işlememişsen ve şerle meşgûl olmuşsan çok yazık!
Kalbi kırıklara merhem olmamışsan, gariplerin gönlünü avlamamışsan, yetim aramamışsan, aşksızsan, birilerini incitmiş isen, katı yürekliysen, nefs yoluna sapmışsan..." vay hâline!
Ahmed Yesevî, söylediği bu sözler hakkında bir ayrım yapar. Bunları kimin anlayıp, kimin anlayamayacağını da şu mısralarıyla ifade eder:
"Kul Hâce Ahmed, sözünü câhillere söyleme;
söz söyleyip câhile, değersiz pula satma;
açlıktan ölsen bile, nâmerde minnet etme;
Aslan Baba'm sözlerini işitiniz teberrük" (Bknz: a.,g.,e., Sf. 131)
Ve:
"Gerçek ümmetsen, bu sözleri iyi bilip al;
bu sözler seçkin ümmete tıpkı bir bal;
münafıka uymaz bu söz, gelir melâl;
gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar."(Bknz: a.,g.,e., Sf. 267)
Aslında, herkesi iyiliğe dâvet eden bu sözler, bunlardan anamayanların da zorlanmaması gerektiğini de ortaya koymaktadır. Zîra, herkesin bir idrâk gücü, mertebesi vardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.