BEŞERİN ACİZLİĞİ
Kainatın sahibi Yüce Allah’tır. Allah her şeye kadirdir, mülk onundur, hamd ona layıktır. Hac ve Umre görevi yapanlar mikat sınırlarından geçmeden önce ihrama girerlerken, niyet ettikten sonra telbiye getirirler. Umre veya hac niyetiyle birlikte Allahın evine misafir olmaya yönelenler, “buyur Allahım buyur, buyur senin ortağın ve benzerin yoktur, mülk de senindir hamd da sanadır, buyur” diyerek, Allahın takdir gücünü ve kendi acizliklerini ifade ederler. Kainatın sahibi olan Yüce Yaratanın gücü her şeyi kuşatmıştır. Buna Allah c.c rahmeti denir. Allah, rahmet sıfatıyla her şeyi takdir eder. Kendisine asilik yapan ve inkar edenleri de bu kudretinin sonucu olarak yaşatır ve rızıklandırır. Güç ve kudret; ceza için değil rahmet için takdir edilir.
Dünyada, Allah c.c.ın kurallarını takdir ettiği bir yaşam şekli ve kainat akışı vardır. Bu akışın genel hatlarını Allah takdir etmiş, ara hatlarıyla ilgili olarak da kurallarını ortaya koyarak, her yaratığı kendi fıtratı ölçüsünde serbest bırakmıştır. Yaratılmış olanlarla Yaratan arasındaki imtihan da, Allah’ın kurallarını koyduğu ve takdir yetkisini kullandığı alan dışında gerçekleşmektedir. Allah hakim ve kudret sahibidir, yaratılanların hepsi acizdir. Yaratılanlar arasında sadece insan ve cinler belli ölçüde iradeleriyle baş başa bırakılmış ve imtihana tabi tutulmuşlardır. Bu varlıkların dışında bulunan tüm varlıklar hal ve lisanlarıyla Allah c.c. kulluk etmekte, bir vesile de insanlara hizmet etmektedirler. İnsan aciz varlıktır. Acziyetini Allaha ibadet, itaat, tevekkül, sabır ve şükür ile ifade eder. İnsanın, elinde bulunanları muhafaza etmesi ve sahibi olmak istediklerini elde etmesi; Allahın takdirine aittir. Zayıf ve aceleci bir fıtrata sahip olan insan, acziyetini unutarak bazen asi olmakta, bazen de tevekkül sınırlarını aşacak şekilde her şeyden elini eteğini çekmektedir. Yüce Allah güç ve kudretini, aciz olarak yarattığı kullarının üzerinde baskı unsuru olarak kullanmamakta, aksine kullarını kendisini inkar edenler de dahil olmak üzere beşer iradelerinde serbest bırakmaktadır. İnsan da Rabbı’nın kudretini ya inanarak ya da yaşayarak kabullenmektedir. Hem inanıp hem de yaşayarak Allahın gücünü tesbih etmek elbette en güzel bir irade şeklidir.
Her bir insanın bir takım hayal ve hesapları vardır. Bu hesaplar için plan ve programlar yapar, gerçekleşmesi için de bütün beşeri tedbirleri de yerine getirerek sonuca ulaşmaya çalışır. Bazen “hayırlıysa nasip et”, bazen de “hayırlısıyla nasip et” diye dua ve niyazda bulunur. Birinde Allah’ın takdirine razılığını gösterir, diğerinde kendi isteğinin Allahın kudretiyle gerçekleşmesini ister. Zaman zaman her bir insan bu tür ilahi imtihan sorularıyla karşılaşır. Çok istediği bir iş için yıllarca plan ve programlar yapar, hayal ve çalışmalar içinde olur ama sonunda isteği gerçekleşmez. “Ne kadar da zormuş” diyerek, “zaten Rabbimden hayırlısını istemiştim, demek ki hayırlısı böyleymiş” tevekkülüyle o süreci kapatır. Zaman olur ki, o zor olarak sayfasını kapattığı işin bir anda Yüce Yaratanın “Ol” emri gereği gerçekleştiğini görür, o zaman da “bu kadar kolay mıymış bu iş” diyerek şaşkınlığını ifade eder. İnsanın acizliği ile Yaratanın kudret ilişkisi bu noktada buluşur. Bu noktada insanın gösterdiği tavır, acizliğini görüp, kabullenmesi ilahi imtihanı kazanması demektir. İnsan; beşerdir, acelecidir, zayıftır ve çok acizdir. Bunu, olaylarla karşılaşmadan fark edemez. Nemrut, acizliğini küçük bir sinekle anlamış, Firavun denizde boğularak bunu görmüştür. Acizliği bilip, Allahın gücünü kabul edenler kurtulmuş, inkar ederek asilik yapanlar da Firavun ve Nemrut’un karşılaştığı sonuçları görerek ilahi imtihanı kaybetmiş olurlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.