"ÇIRPINIRDIN KARADENİZ... "
Her kelimenin, her sözün, her cümlenin, bir his ile, bir fikirle, bir aşkla, bir sıkıntı, emel, ezâ, zulüm veya hazla irtibatı vardır.
Kelimelerin iskeletine değil; hamuruna, özüne, mayasına bakmak lâzımdır. Ne ile mayalanmış, ne ile yoğrulmuştur, ona bakmak lâzımdır.
Bizim, bir başka marşımız daha vardır: " Çırpınırdın Karadeniz!"
İlk beyti bile bütün arzuları, emelleri, sıkıntıları, hasretleri, eziyetleri, ülküleri ortaya dökmeye yeterlidir:
"Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türkün Bayrağına
Ah diyerdim heç ölmezdim düşebilsem ayağına"
Ve devam ediyor:
Ayrı düşmüş dost elinden yıllar var ki çarpar sinem
Vefâlıdır geldi giden yol ver Türk’ün bayrağına
İnciler dök gel yoluna sırmalar diz sağ soluna
Fırtınalar dursun yana selâm Türk’ün bayrağına
Hamidiye ve Türk kanı hiç birinin bitmez şanı
Kazbek olsun ilk kurbanı selâm Türk’ün bayrağına
Dost elinden esen yeller bana şiir selâm söyler
Olsun bizim bütün eller kurban Türk’ün bayrağına"
Azerbaycanlı büyük Türk şâiri Ahmed Cevat Ahundzâde'nin 15 Kasım 1914 târihinde, Osmanlı Devleti'nin 1. Cihân Harbi'ne girmesi üzerine, Gence'de yazdığı ve meşhûr besteci ve fikir adamı Üzeyir Hacıbeyli'nin 1918'debestelediği bu hasret türküsü/marşı, yazıldığı günden beri bütün "Turan" illerinde aynı heyecanla söylenmektedir.
Bu "hasret" , bu "yangınlık", bu "arayış" , bu "kıvranış", bu "sancı", bu "içleniş" ve bu "çırpınış"...nedendi/ nedendir?
Bu şanlı Türk yurdu Azerbaycan; İngilizler'in desteklediği, bolşevik/komünist Ruslar'ın ve onların hâmilik yaptığı Ermeniler'in elinde bulunuyordu. Azerbaycan'ın, bu zulümden kurtulabilmesi için, mutlaka büyük çaplı bir yardıma ihtiyacı vardı. İşte bugünlerde, Şâir Ahmet Cevat, milletin nabzına tercüman olarak bu şiiri yazarak, bütün Türk Dünyâsı'na hediye etmiştir.
Zor şartlar içersinde bulunan ve hiçbir hayatî teminatı olmayan bu insanlara el uzatabilecek sâdece ve sâdece millî ve dinî hüviyetiyle mutabık olan bir devletin yardımı mümkündü.
Düşünülmelidir ki; hem İngilizler, hem Ruslar ve hem de Ermeniler, sâdece Müslüman Türkler'e değil, Kafkasya'da hayat sürmeye çalışan bütün Müslüman kavimlere de aynı zulmü revâ görüyorlardı.
İşte; kendisi de zor şartlarda bulunan Osmanlı Cihân Devleti sahneye çıkıyor ve 1918'de, Harbiye Nâzırı Enver Paşa'nın emriyle Doğu Ordular G(u)rubu'na bağlı, Kafkas İslâm Ordusu adında bir ordu kuruyordu. Bundan maksat; elbette ki, Azerbaycan'ın ve Kafkasya'nın, Rus zulmünden kurtarılmasıydı.
Fakat, kendisi de -maalesef- yardıma muhtaç bir vaziyetteydi.
Peki, ne oldu?
Şu oldu ki; Azerbaycan Millî Şûrası Başkanı Mehmet Emin Resulzâde, Kafkaslar'daki Türkler'in ve diğer Müslüman kavimlerin mârûz kaldıkları katliamların dayanılmazlığı karşısında, Osmanlı Devleti'nden yardım talebinde bulundu!..
ATTİLÂ'DAN AHMET CEVAT'A..
Mehmet Emin Resulzâde'nin talebi üzerine, Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa ( Killigil) komutasında, Azerbaycan, Kuzey Kafkasya ve Dağıstanlılar'dan meydana gelen yirmi bin kişilik gönüllünün takviye ettiği Kafkas İslâm Ordusu'na bağlı birlikler 15 Eylül 1918 tarihinde, karşılarındaki Rus -Ermeni kuvvetlerini yenerek Bakü'ye girdiler.
Bakü şehri; bin yüz otuz şehit verdiğimiz bu savaşla, Rus-Ermeni ve İngiliz zulmünden kurtuldu. Ammâ...Vladimir Ilyich Lenin'in kanlı eli durmadı...Kızıl vahşet kendini hissettirdi...Ve!..
Çok geçmeden, Azerbaycan, Ruslar tarafından, 1920 yılında, yine işgal edildi.
Şüphesiz ki; bütün bu hâdiselerin " Niçinleri , yeterince düşünülmedi !"
Elbette ki, düşünülmeliydi ve hâlâ da düşünülmelidir!
Önce; iç muhasebe...Ardından,dış cephe... Ve nihâyet, müşterek mukayese..şarttı! Şimdi de şarttır! Bu "şart", maalesef, istenen seviyede düşünülüp irtibatlandırılmıyor !..Niçin?
En azından şunu diyebilirim ki, bu azîz millet, o günlerde, 1912 Balkan Savaşları'nda itibaren , durmadan -tam on sene-cephelerdedir ve durmadan zayiat vermektedir...Niçin?
Av. Özcan Pehlivanoğlu, 30 Mart 2013 tarihinde, Samsun Türk Ocağı'ndaki "Balkanlar'da Türk Varlığı" konulu konferansında söylemişti.
Kaydettim!.
Dedi ki; "Şu ifade, 2. Doğu Ordu Komutanı Mahmut Muhtar Paşa'ya aittir: Rumeli'nin kaybında tek suçlu: "Türk Milleti'nin kendisidir."
Bu son cümleyi ve buna benzer olanları düşününüz! Ve suçlu arayınız! Suçlu kim? diye ister içinizden , isterseniz haykırarak bağırınız/bağıralım, hep aynı noktaya varacağımızı düşünüyorum!
Evet; nihâyet düşünüyorum(z) !.. Ve inşâ-Allah, bu düşünmem(iz)de geç kalmış olmam/olmayız!..
Sonra ne oldu? Burada, Attilâ mes'elesinde olduğu gibi, araya "papa " falan girmedi.
Ammâ, girmiş olanların da olabileceği düşünülmedi!...
Karadeniz, çırpındı durdu; lâkin,durulmadı ! Ve, bu zamanda bile hâlâ çırpınmasının geçtiğini zannetmiyorum! Zîrâ !..
Çâreyi, kendinde arayacaksın; sonra da, aramayı, arama çârelerini arayacaksın, bulamaz isen, yalpalayıp durursun! Nereye çarpacağın ve nerede duracağına -maalesef- başkaları karar verir!
Bunu da düşünmelisin! Hem de, hiç ara vermeden...Dâimâ düşünmeli..Düşünmeli!..Düşünmelisin!..
Gelelim, Ahmet Cevat Ahundzâde'ye...Bu büyük insana...Fedâkâr ve cesûr insana...Şâir ve fikir adamına! Bu ilim ve san'at âbidesine!..
05 Mayıs 1892 yılında Azerbaycan'ın Gence yakınlarındaki Şamhor bölgesinin Seyfeli köyünde doğan Ahmet Cevat Ahundzâde; Gaspıralı İsmail Bey'in "Dilde, Fikirde, İşde Birlik" ilkesine bağlı ve Türkçe'nin, Türk Dünyâsı'nın müşterek dili olmasını gaye edinen bir yapıya sahip oluşu, O'nun, ilk önce 1923'te tutuklanıp Sibirya'ya ve bilâhâre de, henüz kırkbeş yaşında iken, çok genç bir yaşta, 1937 yılında, kızıl vahşetin en kanlı eli, kırk milyon Müslüman Türk'ün kaatili Josephin Stalin tarafından kurşuna dizilerek şehit edilmesine sebep teşkil etmiştir.
Bu da düşünülmedi!...Düşündürülmedi!..."Beni, Stalin yarattı!" diyerek, ölümünde " gözyaşı dökenlere" alkış bile tutuldu. Katliâmlar unutuldu, unutturuldu!...
O Ahmet Cevat ki ; aynı zamanda, 1912'de, gönüllü olarak, Balkan Harbi'ne katılan mücâhid ruhlu bir kahramandır; O'na, ne kadar minnet ve şükranlarımızı sunsak ve duâ etsek azdır!..
Yüce Rabb'im kabrini cennet bahçesi etsin! O'nu nûr içinde yatırsın! Ruhu şâd olsun!
Bugün, Kerkük'te, Kırım'da, Kıbrıs'ta, Kardak'ta, Karabağ'da, Musul'da, Gümülcine'de, Telafer'de, Tuzhurmatu'da, Ege Denizi'ndeki Bulamaç, Eşek, Keçi, Koyun, Kalolimnoz Adaları'nda...ve Doğu Türkistan'da yaşanılan ihânet ve vahşetlere 'haykırılmayan, kükrenilmeyen bu sesler, ne zaman haykırılacaktır ve ne zaman kükrenilecektir', sorgulamasını yapmalıyız!..
Ve bugün, bu marşı, daha gür bir hâlde, hep beraberce söylemenin zamanında olduğumuzu bilmeliyiz!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.