ÇOK ACILAR ÇEKTİK
Artık eskisi gibi gülemiyor, eğlenemiyoruz. Baharın gelmesine, doğan güneşe, yeni güne; coşkuyla, neşeyle, içimizdeki kıpırtıyla giremiyoruz. Yeni yaptığımız eve, kamelyaya, parka, konferans salonuna eskisi gibi coşkuyla bakamıyor, düşler kuramıyoruz.
Kışın gelmesine de eskisi gibi sevinemiyoruz. Kardan adam yapmaya, ava çıkmaya, balık tutmaya daha bir coşkuyla gidemiyoruz. Çocuğumuzu okula yazdırınca, evlenince, askere gidince hep aklımıza çektiğimiz sıkıntılar, yaşanan kötü anılar geliyor.
Unutamıyoruz şehitlerimizi, ben unutamıyorum, insanların umutlarını, yok olan umutlarını, sen de unutamıyorsundur. İnsan olan hiç kimse, bu kötü kaderlerin üstüne yaşayacağı güzelliklere, çok da sevinemiyor. Hiçbir şey yokmuş gibi, olmamış gibi, duymamışız gibi, görmemişiz gibi yapamıyoruz.
Bayramlarda, tatillerde yaşadığımız, gördüğümüz trafik kazalarından ben etkilenmedim diyeniniz var mı? Yapışık ikizler haberini duyunca, içiniz acımayan var mı? Geçirdiği ameliyat sonrası günlerce acı çekip, annesini babasını çocuklarını eşini yalnız bırakıp ebedi âleme göçenler yok mu? Bunları yok sayabilir miyiz?
Şiddete uğrayan insan, kadın, çocuk, erkek, yaşlı amca, teyze, hepsi seni üzmüyor mu? Ya hayvanların çektiği acılar Onların da canı yanmıyor mu? Kafası ayaklarına bağlı hayvanlar, elleri ayaklarına bağlı engelliler, hepsi beni üzüyor. Ben daha nasıl eskisi gibi, Saba Tümer kahkahası atayım, nasıl güleyim, nasıl düşünmeyeyim ve yazmadan durayım?
Senin çocuğunun okulda kulağı çekilse, öğretmeni veya idareciler tarafından arkadaşlarından daha farklı bir muameleye tabi tutulsa, dışlansa, horlansa, burada benim içim acıyor. Haksızlığa, adaletsizliğe, ayrımcılığa, tahammülüm yok benim, senin de yoktur. İnsan olan, adaletsizlikler karşısında durur.
Ne diyor şair, 'Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? Kesilir belki fakat, çekmeğe gelmez boynum.'
Bugün komşuna gelen şehit haberinin, yarın bana gelmeyeceğinden emin değilsek, içimiz yanıyor. Bugün arkadaşının engelli çocuğu doğuyorsa, yarın senin çocuğun da öyle doğabilir. Bütün bu yüzdendir, fazla coşamıyor olduğumuz.
Geçen yıllarda bir mülki idare amiri, bir okulu ziyaret ediyor. Ziyaret için sınıfa girdiğinde, çocuklarla konuşuyor, sorular soruyor. Aldığı cevaplar, çocukların verdiği daha doğrusu veremediği coşku, gelen misafiri tatmin etmiyor. Bu durum o kişinin dikkatini çekiyor ve şöyle diyor. 'Çocuklar daha coşkulu olun, neşeli olun, öyle konuşun.'
Tamam da çocukların bilinç altında, hep 'Büyüklere karşı daha ciddi ve resmi durulur' bilgisi yerleştirilmişse, siz dönüp de çocuklardan coşku bekleyemezsiniz. Ne ekersen, onu biçersin. Rüzgâr eken, fırtına biçer. Veya çocuğun derdi varsa, mutlu değilse, olaya sevinmemişse, sipariş üzerine de coşkulu olunmaz, gülünmez, neşeli gözükülmez ki.
Demek ki sevgili okurlar, insanımız dertli, sıkıntılı, gülemiyor ve ciddi durması öğretilmiş olduğundan coşkulu, neşeli gözükemiyor. Tabii ki toplumun tamamı için aynı şeyleri söylemek, doğru olmaz. Ama bir kısım insanımız için bu tespitler gerçeği yansıtır. Bu gerçek, çok da arzu edilen, istenilen bir durum değildir.
Bu yazımızda da toplumu ve toplumun içinde bir birey olarak kendi düşünce ve duygu dünyamızdan bir bölümünü sizinle paylaştık. Umarım sizin düşüncelerinize de hislerinize de tercüman olmuşuzdur. Bir nebze sizinle aynı fikirlerde buluştuysak, ne mutlu bize. Sorunlarımızı çözmek için, ilk önce doğru tespitler yapmalıyız. Bunun için de ilk önce adımlar atmalıyız. Onun için ilk adımları attık, inşallah hayırlı olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.