DİLİMİZ-ESTETİĞİMİZ-ŞİİRİMİZ/5
(Dünden devam)
(...) Birçok filozof, sistemini kurarken, "estetik anlayışını" da belirtmeyi bir vazife saymıştır. Nitekim İ. Kant'ın (1724 - 1804), F. Hegel'in (1770 - 1831) öte yandan K. Marx'ın (1818 - 1883), H. Bergson'un (1859 - 1940) böyle birer "estetik görüşü" vardır. Yâni, rasyonalistler, idealistler, materyalistler ve spiritüalistler, dünya görüşlerini ortaya koyarken, estetik konusundaki düşüncelerini de belirtmeyi ihmal etmemişlerdir.
Meselâ, "Güzellik, eşyanın içinde değildir, estetik, duygudan ayrı olarak mevcut değildir" diyen İ. Kant'ın görüşünü, bütün impressionistlerin paylaşacağını sanırım. Günümüzün "idealist san'atkârları", herhalde Hegel'in:"sanat, ruhun madde üzerindeki galibiyetini önceden haber verir: bu, maddeye giren ve onu kendi şekline sokan fikir (ide)dir", şeklindeki ifadesini zevkle okurlar. Herhalde materyalist san'atkârlar da K. Marx'ın:"Güzel san'atlar, alt - yapıdan kaynaklanan sınıf mücadelelerinin birer üst- yapısıdır" tarzında özetlenebilecek görüşünü yaşamaya ve yaşatmaya çalışacakladır." (17)
Demek ki; bütün düşünürler, estetiğin bir 'güzel veya güzellik' ilmi olduğunda mutabıktırlar. Ayrı oldukları husus, 'güzel'i veya 'güzellik'i târifte ve idrâktedir. Güzel'i ifade etmek veya ona ulaşmayı hedefleyen bir san'atkâr, bunun zıddı olan 'çirkin'i veya 'çirkinlik'i de îzah zorundadır ki, ondan uzakta durabilsin veya san'atseverleri / kendi anlayışını tasvip edenleri ondan uzaklaştırabilsin.
Burada; tamamiyle, bir 'kendine görelik' hâkimdir. Kendine göre güzel veya kendine göre çirkin, tamamiyle, san'atkârın fikrî yapısındandır ve başarabildiği ölçüde inisiyatifindedir.
Arvasî, "Estetik Karşısında Tavırlar" başlıklı yazısında şöyle der:"Fikir adamları ve filozoflar sormuşlardır: Gerçekten "güzel olan şey", bizim dışımızda bulunan objektif bir değer midir? Yoksa o, tamamı ile insana mahsus sübjektif bir değer olarak mı düşünülmelidir? Yahut, "güzellik", objektif ve sübjektif değerleri aşan "müteâl" (yüksek) ve "mutlak" bir ideal midir?
(...) İnsanoğlu, tabiata ve kâinata bakarak da duygulanabilmekte; orada da "güzeli" bulabilmekte; tabiattaki seslerden, renklerden, hareketlerden, şekillerden ve âhenkten "estetik heyecana" ulaşabilmektedir.
Bunun yanında, asla unutmamak gerekir ki, hiç bir canlı, insan ölçüsünde "estetik heyecana" ulaşamamakta ve sanatkâr karakterini ortaya koyamamaktadır. Bu durum, konunun sübjektif yapımızla çok geniş mânâda irtibatlı olduğunu isbat eder." (18)
Charles Lalo'dan bir örnek sunarak, bu hususu şöyle açıklar: "Nitekim, estetiği, sübjektif bir kıymet olarak görenler şöyle düşünmektedirler: "Güneş'in batması, bir köylünün aklına, hiç estetik olmayan akşam yemeği düşüncesini getirdiği gibi, bir fizikçinin zihninde de aslında ne güzel, ne de çirkin olan ve yalnız doğru veya yanlış olması muhtemel tayf tahlili fikrini uyandırır. Güneş'in ancak düşüncenin iç vaziyetinde, ona sanatkâr gözleri ile bakan için güzeldir. Şu hâlde estetik, ruhiyatın bir bölümünden başka bir şey değildir." (Bkn: Charles Lalo, Estetik, Burhan toprak, 2. Baskı, Sf.7)
Güzelliği "müteâl" (aşkın- yüksek) ve "mutlak" bir kıymet sayan bir İslâm sanatkârı içinde o, Allah'ın "cemal" sıfatının lif lif, hücre hücre tabiatın ve kâinatın her noktasına işlenmiş bir "nakış"tır, "ses"tir, "âhenk"tir, "figür"dür, "hareket"tir ve insanoğlu da bu "mesajları" ve "âyetleri" sezmeye, duymaya, yaşamaya ve yakalamaya memur kaabiliyetli bir muhataptır. Sanatkâr ise, bu işi en iyi şekilde başaran idrâk sâhibi kişidir. Tasavvuf dili ile söylersek, sanatkâr, "eserde müessiri", itibârî güzelliklerde "mutlak güzeli arayan ve yakalayan kimsedir. "(19)
B.1. Bir Türk Estetiği var mıdır?
Bu, fevkalâde iddialı ve cevabı da uzun tartışmaları gerektiren bir sorudur. Ancak, biz, burada, bâzı hususları dile getirmekle iktifa edecek ve sâdece birkaç örnek üzerinde duracağız. Bunların ilki Fârâbî (872 - 950)'dir. Fârâbî, "İnsa'ül İlim" (İlimlerin Sayımı) adlı eserinde, şiir, hitabet ve mûsıkîyi ele alarak, bunları, 'mantık ilmi' içersinde değerlendirir. Bu değerlendirme; şüphesiz ki, estetik mânâda, bu ilmi esas alarak ileri sürülen görüşler değildirler. Daha ziyâde Aristo'ya bağlı olması sebebiyle, ortaya yeni bir şey koymaktan ziyâde, bâzı tasavvurları dile getirerek, Aristo'nun: "epos, tragedya, komedya, dithrambos şiiri ve flüt, kitara sanatlarının büyük bir kısmı, bütün bunlar genel olarak taklittir (mimesis)." (20) anlayışını benimser.
Meselâ; şiire hakkında şunları söyler: "Şi'rî söze gelince, bu da konuşulan şeyde, herhangi bir hâl veya şeyi daha üstün veya alçak tasavvur ettirmeye yarayan şeylerden terkip edilendir. Bu da güzellik veya çirkinlik, yükseklik veya alçaklık, yahut bunlara benzeyen başka bir bakımdan olur.
Şi'rî sözleri duyduğumuz zaman, onun ruhumuzda hasıl ettiği hayalden, (meselâ) hoşa gitmeyen bir şeye benzeyen bir şeye baktığımız zaman ne duyarsak, öyle bir şey duyarız: Çünkü hemen bu şey hakkında, onun hoşlanılmayacak şeylerden olduğu tasavvuru hatırımıza gelir. Gerçekte onun bize tasavvur ettirdiği gibi olmadığını kesin olarak bilsek de, ruhumuz ondan nefret eder ve ondan uzaklaşır."(21)
(Devamı yarın)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.